iyi başlangıçlar iyilikle gelir. siz kahraman olun! iyi yıllar..
31 Aralık 2012 Pazartesi
iyi yıl yazısı!
kışın ortasında tir tir geçen bi yeni yıl bana çokta bişey ifade etmiyor desem kırılmazsınız umarım. ben Kybele'nin kafasındayım. milattan önce kafası. baharın doğuşunu kutlarım, gül ağacına dilek bırakır suya salarım, ateş yakanlara uzaktan bakarım. ama yine de evrensel bi miladı kutlamaktan da kimseciklere zarar gelmez. yeni yıldan beklentiler kısmına geçince, kopan takvim yapraklarından, avucumuzdan kum gibi akan zamandan beklenti içine girmek taraftarı değilim. hem beklentiler değil midir insanı tüketen. o yüzden ne geçiyorsa aklınızdan şimdi yapın. beş dakika sonraya bırakılan herşey ömrünüzden çalar. bi an varsa an bu andır. zamanı sıkı sıkıya tutmak yerine kendi değerlerinize sarılın. peygamberler bile zamanı tutamamıştır, Tanrı bile zamanın hızına gem vurmamıştır ki zaten. çabalayın, olun oldurun. sevdiğiniz kalplarin üstüne kapaklanıp huzur bulun.
30 Aralık 2012 Pazar
28 Aralık 2012 Cuma
21 Aralık 2012 Cuma
20 Aralık 2012 Perşembe
kar, Tanrı ve çocukları
saat 09.00 civarı uyandığımda şehir beyaza boyanmaya başlamıştı. dünyanın duvar ustası işini yapmaya erken saatlerde başlamış belli ki. karı görünce yüzümde çapsız bir gülümseme beliriverdi inceden. sonra bi şarkı boyandı dilime, tek bir yerini söyledim durdum bed sesimle. evde yalnız olmanın bereketidir bu. kimse duymaz sesinin tahammülü zor tınısını. sonra bi bardak çayla gevelediğim kuru ekmeğimi masada bırakıp bilgisayarı açtım ve dilime dolanan sözleri kendi profilime yazdım.
'' sokaklar dolusu şekerli kar kokusu''
karı severim kesinlikle ama itiraf etmeliyim ki Vega'nın Ankara şarkısını daha bi anlamlı kılmasını da seviyorum. Ankara'da mısın derseniz, yoo Bolu'dayım efendim, ana-baba ocağımda. ama bana sorarsanız kar yağınca her yer biraz Ankara, ve her sokakta şekerli kar kokuları çalınıyor burnuma. öyle bi kar var ki sanki Tanrı da üstü örtülsün istiyor yana yakıla kana boyanan geçmişin izlerinin. belki Tanrı'da yoruldu insanlardan. belki dinleniyor kar tanelerine dokuna dokuna. bir de küçük bedenler geliyor aklıma. mavi önlüğünün altına giymiş plastik terliklerini kara çamura karışa karışa okula gidiyor. bir nevi dünyaya kafa tutuyor ve benim bunca satır yazdığım romantik cümleler onun için hiçbir anlam ifade etmiyor. sonra bunca cümle benim için de anlamını kaybetme başlıyor. suçlu bi tavırla bi şarkı daha boyanıyor dilime,
'' gülümse, hadi gülümse. bulutlar gitsin''
'' sokaklar dolusu şekerli kar kokusu''
karı severim kesinlikle ama itiraf etmeliyim ki Vega'nın Ankara şarkısını daha bi anlamlı kılmasını da seviyorum. Ankara'da mısın derseniz, yoo Bolu'dayım efendim, ana-baba ocağımda. ama bana sorarsanız kar yağınca her yer biraz Ankara, ve her sokakta şekerli kar kokuları çalınıyor burnuma. öyle bi kar var ki sanki Tanrı da üstü örtülsün istiyor yana yakıla kana boyanan geçmişin izlerinin. belki Tanrı'da yoruldu insanlardan. belki dinleniyor kar tanelerine dokuna dokuna. bir de küçük bedenler geliyor aklıma. mavi önlüğünün altına giymiş plastik terliklerini kara çamura karışa karışa okula gidiyor. bir nevi dünyaya kafa tutuyor ve benim bunca satır yazdığım romantik cümleler onun için hiçbir anlam ifade etmiyor. sonra bunca cümle benim için de anlamını kaybetme başlıyor. suçlu bi tavırla bi şarkı daha boyanıyor dilime,
'' gülümse, hadi gülümse. bulutlar gitsin''
18 Aralık 2012 Salı
16 Aralık 2012 Pazar
'' denize bandım ekmeğimi, sana getirdim.. ''
içimi sızlatır bu parça hep. Hüsnü Arkan'a olan saygım çığ gibi büyür dinledikçe. bi yutkunma hissi oturur boğazıma. hani sigara içsem kesin bir tane tellendiriverirdim bu parçanın onuruna. gözlerinizi kapatın ve melodiler arasındaki hikayeye odaklanın. sonra isterse '' canımı alsın dar sokaklar''
15 Aralık 2012 Cumartesi
birçokşey
spor yapma, erken uyanma ve sağlıklı beslenme gibi bi düzine karar aldım dün. ve bunu sürdürebildiğim zaman aralığı 120 dakikadan daha fazla değildi. elimde kahve fincanıyla yaşayabilirim. çay da olur. açık ve şekersiz. yüksek dozda film, müzik ve kitap dopinginden dolayı hayallere inanıyorum. hemde gerçeklerden daha çok. rüyalarım çok güzel gidiyor. güzel anların içinde buluyorum kendimi. yağmurda bisiklete biniyorum, beni öldürmeye çalışan adi heriflerden kaçıyorum ve tabii ki ölmüyorum, sınırsız çay-kahve servisi var. hemde beş kuruş vermiyorum. arabesk şarkılar dinleyip cool takılıyorum. anlamsız bir resme bakıp '' tanrım ne kadar da anlamlı ve bir okadar da manidar'' diyorum. çevremdekiler benden daha sahtekar. hem inanıp hemde onaylıyorlar. rüya görmek güzel şey.
hayat bazen altmışikiden tavşan yapmak kadar aşağılayıcı ve düz. biraz kıvraklık vermekte hiçbir sakınca olduğunu sanmıyorum. rutin hasta ziyaretlerimize gidecekmişiz. -herhangi bir ölümlü kadar iyi görünmem gerek. insanlar buna inanmalı. net. sonuçta bazen bende altmnışikiden yapılmış bi tavşan kadar düz ve aşağılık olabiliyorum.
saygı.
8 Aralık 2012 Cumartesi
sessizlik iyidir
sessizliğin tanrısal birşey olduğunu düşünmüşümdür hep. car car konuşmak yerine sükut edip yalnızca gülümseyen insanlar hep çok ulvi işlerin erbabı gibi gelmiştir bana.
5 Aralık 2012 Çarşamba
şekerli kar ayini
ağzımın içinde birikmiş sözcükler var. ne yutabiliyorum, ne dışarı atabiliyorum. yazmakta gelmiyor içimden, ölüme öykünmekte, kahve içmekte. belki akşamüstüne yakışır ince belli bi çay molası. Can babaya bi selam havası. üçüncü sınıf acılarımızı yüzümüze yağan taze kara teslim edip çayımızı yudumlamalı. bütün şiirler dile gelmeli, tüm şair ruhlar karın altında toplanmalı. karlı kışlı bi ayin havası...
29 Kasım 2012 Perşembe
24 Kasım 2012 Cumartesi
sesli oku! bende duyucam !
köye gidince iki ihtimalin var. ya itlerinle bitlenene kadar oynarsın ya da balkonun önündeki tahta sedire oturup ahşapla karışmış ruhların kokusuna doyup kitabını okursun. köy evleri güzeldir! :)
her öğretmen iyi değildir! nokta
ilkokuldayım. ya 3 ya da 4 e gidiyorum. bizim buranın hala en popüler okullarından birinde okuyorum. sınıfımda akademisyen çocukları, öğretmen, işletme sahibi, belediye bilmemnesi, mühendis çocukları gırla. babamda arçelik fabrikasında pres operatörü. operatör diyince havalı oluyor tabi ama bildiğin işçi işte. yine de bence fazla yetkili bi işçi. ben tabi babamı herkesten üstün gören mini mini bir kız çocuğuyum. mütemadiyen küt ve kahküllü düz saçlarımla, anne örgüsü yakamla kendime has bi tarzım var. ben ilkokuldayken aşırı derecede pısırıktım. okadar sessiz konuşurdum ki bazen ne dediğimi ben bile duymazdım. bunun sebebini de çok küçükken geçirdiğim rahatsızlığa bağlıyorum. neyse, bizim okulda öğretmenlerin seni sevmesi için 2 ihtimalin vardı. ya zengin bebesi olucaksın yahutta aşırı çalışkan. ikisi birden olursan hocalar etrafında fır dönüyordu. bi öğretmen için utanç verici buluyorum bu durumu. benim aşırı pısırıklığım çalışkan bi öğrenci olmama engeldi. bi de hocaların zengin bebelerine ayırdığı bolca vakti düşünürsek silik geçen bir ilkokul evresi yaşadım. adeta hayatımda fuzuli yer etmiş yıllar olarak görüyorum ilkokulu. okadar yani. bi gün yine bir dersteyiz arka sıramda zengin aileye mensup simay diye bi kız oturuyor, yanındakini hatırlamıyorum bile. simay çalışkan olmamakla beraber zengin aile kontenjanından yararlanan öğrencilerdendi. annesi hergün okula gelir ve hergün rengarenk streçler giyerdi. düşün ki kadının tipi nasılda aklıma yer etmiş. neyse işte bu derste konuşuyordu sanırım, ya da kavga ediyordu hala pek emin değilim. o sırada benim mavi önlüğümün kurdelesi çözülmüş ve ayağa kalkmadan bağlayamıyorum. sıranın içindeyken ellerim arkama gitmiyor. bende bağlamak için ayağa kalktım ve kurdelemi bağlamaya başladım. o sırada ben daha ne olduğunu anlayamadan sınıf öğretmenimiz olan kadın bir hışımla elinde cetvel arap atı gibi depara kalktı ve yanımda bitiverdi. '' napıyosun sen burda?!'' diye bağırdı. '' arkadaşlarını rahatsız etmeye utanmıyor musun?!'' ve ardı ardına daha birsürü cümle. okadar arka arkaya söyledi ki bunları aslında vereceğim cevap umrunda değildi. sadece sesini yükseltmek için bir nevi taktik olarak kullanıyordu. gürültü yapıyormuşum! ben ve gürültü! daha konuşurken sesimi duyuramıyorum ama kadın beni gürültü yapmakla itham ediyor! cevap vermeye çalışıyorum ama müsade etmiyor. yani kısacası simayla yanındaki arkadaşının suçu üstüme kalmıştı. bana avuçlarımı açtırıp tahta cetveliyle şlak diye vurdu! bir de şu gerizekalı elleri büzdürme tekniğini kullanıp bir kez daha vurdu! hayatımda canımın böyle yandığını hatırlamıyorum. hiç dayak yemeden büyümüş bir çocuk için gerçekten ağır bi durum. asıl üzüldüğüm ise gürültü yapanın simay olduğunu adı gibi bilmesi ve deyim yerindeyse ona kızmak yemediği için benden çıkarmasıydı. resmen haksız yere cetvel yemiştim. ellerim öyle kızarmıştı ki arkadaşlarım ıslak peceteler koymuşlardı avuçlarıma. bütün arkadaşlarım suçum olmadığını biliyorlardı. çıkış saatine kadar '' Allah'ım bitsin bu gün'' diyerek ağladım ve sürekli '' ben bişey yapmadım'' diye mırıldandım. eve gidince olayı babamla anneme anlattım. annem bizim ağlamamıza dayanamaz o da ağladı garibim. babamda çok içerledi ama 16. yüzyıl terbiyesiyle '' öğretmenin vurduğu yerde gül biter, yarın git büyüklük yap özür dile'' dedi. hiçte bile gül falan bitmemişti vurduğu yerde, bütün gün acı çekmiştim ben. dahası küçük düşmüştüm sınıftakilere karşı. ilkokulda çocuklar acımasız oluyor maalesef. erkek çocukları özellikle daha acımasız olabiliyorlar. ben ağlarken dalga geçenlerin hepsini aklıma kazıdım ve hala orda duruyorlar. neyse aradan üç gün geçti ve ben babamı üzmemek için öğretmenim olacak kadından özür diledim. o da sarıldı falan hatasını anladı desem değil çünkü biliyordu. pişman oldu desem o da değil baya tribünlere oynamıştı. tüm bu olanların üstüne ilkokul 5.sınıf veda gecesinde aynı kadına sarılıp zır zır ağlamamı hele hiç unutmuyorum.sanırım atmosfere kaptırdım kendimi.
öyle bi hikaye işte. yıllar sonra yazarken gözlerimi hala doldurabilen. şu yaşıma kadar da okulda yediğim ilk ve son dayağımdı. üstüne üstlük haksız yere.
öyle bi hikaye işte. yıllar sonra yazarken gözlerimi hala doldurabilen. şu yaşıma kadar da okulda yediğim ilk ve son dayağımdı. üstüne üstlük haksız yere.
bugün öğretmenler günü diye herkes çiçek açarken bi öğretmen adayı olarak bana böyle bi utancı hatırlatan öğretmenime teşekkür ediyorum. umarım yıllar geçtikçe hatasını anlayıp kendinden utanabilmeyi başarmıştır. tüm bu hikayenin üstüne google'ın giriş sayfasını cetvelle süslemesini de ayrıca manidar buluyorum. saygılar..
benim tüylerimi diken diken, boğazımı düğüm düğüm eden replikler var
yaradan'ın adıyla başlarım. gün bugündür,
ey ahali! uyan! kıyam başladı.
korkmayın zalimin zulmünden.
siz ki, senelerdir bilip de sustunuz.
siz ki, seneler var inandık deyip
ey ahali! uyan! kıyam başladı.
korkmayın zalimin zulmünden.
siz ki, senelerdir bilip de sustunuz.
siz ki, seneler var inandık deyip
aslında inanmadınız.
kalpten bilmediniz,
düşünüp de sorgu sual etmediniz rabb'inizi.
siz ki, senelerdir umumhaneye gidip,
harama uçkur çözüp...
kendi kızınızı töre diye, namus diye
çekip öldürdünüz!
kıyam başladı! uyanın!
siz ki, dışarıdan helal görünen,içerden çürüyen, kirlenen kalbinizi
kantara koyup tartmadınız!
bilip susan da, yapan kadar günahkâr.
gözlere lüzum yok... görmediniz!
dillere lüzum yok...bilip de demediniz!
duymadınız, bakmadınız, görmediniz!
"gelin canlar, bir olalım."
diyeni dinlemediniz.
inandığınızı kendinize yontup,değiştirip bellediniz.
dininizi bile kendinize göre bildiniz,
dillediniz!
sevmeyi günah, haramı helal ettiniz.
sizin olmayanı, erişilemeyeni karalayıp
öldürdünüz! söz ettiniz, laf ettiniz.
o, şah damarınızdan daha yakındı.
siz o'nu yedi gökte bildiniz.
kıyam başladı,
ey ahali! gün bugündür! uyan!
kıyam dedikleri, kıyamet oldu o gece.
kalpten bilmediniz,
düşünüp de sorgu sual etmediniz rabb'inizi.
siz ki, senelerdir umumhaneye gidip,
harama uçkur çözüp...
kendi kızınızı töre diye, namus diye
çekip öldürdünüz!
kıyam başladı! uyanın!
siz ki, dışarıdan helal görünen,içerden çürüyen, kirlenen kalbinizi
kantara koyup tartmadınız!
bilip susan da, yapan kadar günahkâr.
gözlere lüzum yok... görmediniz!
dillere lüzum yok...bilip de demediniz!
duymadınız, bakmadınız, görmediniz!
"gelin canlar, bir olalım."
diyeni dinlemediniz.
inandığınızı kendinize yontup,değiştirip bellediniz.
dininizi bile kendinize göre bildiniz,
dillediniz!
sevmeyi günah, haramı helal ettiniz.
sizin olmayanı, erişilemeyeni karalayıp
öldürdünüz! söz ettiniz, laf ettiniz.
o, şah damarınızdan daha yakındı.
siz o'nu yedi gökte bildiniz.
kıyam başladı,
ey ahali! gün bugündür! uyan!
kıyam dedikleri, kıyamet oldu o gece.
( ULAK )
23 Kasım 2012 Cuma
yarın için aşkla başla!
ilk dinlediğim hali bir konser kaydıydı. öyle bile çok çok güzeldi. Yasemin Mori herkesin sevemeyeceği,ama müptelasını kendinden geçiren tütsüler gibi. mesela kivi.
21 Kasım 2012 Çarşamba
20 Kasım 2012 Salı
“Gitmek istemediğin şehirlerden geliyorum geceleri. Rüyalarında kuruyan nehirlerden geliyorum. Bir kaplumbağanın kalbiyle geliyorum. Bir kaplumbağanın kalbini sökersen o kalp bir saat daha atar. Bir dere elli sene sonra taşar bir telefon yüz yıl çalar. Ne öğrendik bu aşktan: insan bir gün herkesi unutabilir. O zaman hayaletlere inan çünkü onlar hep dokunabilir.”
Emrah Serbes
Emrah Serbes
16 Kasım 2012 Cuma
15 Kasım 2012 Perşembe
daha güzel günlere..
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Bensokakta rastlasam bile tanımayım diye
en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını
yer yer tırnaklarımla kazıdım
hatıralarımın camını..
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Biri sensin,
biri o,
biri ötekisi..
Düşmanımdır ikisi..
Sana gelince...
Yazıyorsun..
Okuyorum..
Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa,
insanın
bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum..
Ne yazık!..
Ne kadar
beraber geçmiş günlerimiz var;
senin
ve benim
en güzel günlerimiz..
Kalbimin kanıyla götüreceğim
ebediyete
ben o günleri...
...
( Nazım Hikmet- Sen )
üç mel'un adamı var:
Ben
en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını
yer yer tırnaklarımla kazıdım
hatıralarımın camını..
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Biri sensin,
biri o,
biri ötekisi..
Düşmanımdır ikisi..
Sana gelince...
Yazıyorsun..
Okuyorum..
Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa,
insanın
bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum..
Ne yazık!..
Ne kadar
beraber geçmiş günlerimiz var;
senin
ve benim
en güzel günlerimiz..
Kalbimin kanıyla götüreceğim
ebediyete
ben o günleri...
...
( Nazım Hikmet- Sen )
dilerdim ki zamandan...
zamanla aramdaki ipleri yaktım iyice. artık günler bana dokunmadan geçiyor. bugün günlerden ne? saçımı en son ne zaman taramıştım? kaç gündür pijamalarımlayım? gerçekten bilmiyorum. kendime tuzlu çekirdeklerden bi dünya kurdum, içinde yaşıyorum. biraz kavruk, biraz gevrek.. hiç kıpırdamamakta bir geriye gidiş aslında. zaman akarken sen durup bekliyorsun. beklediğin şeyin ne olduğu konusunda en ufak fikrin yok.
arada balkona çıkıyorum. soğuk yüzüme vurdukça hissediyorum yaşadığımı. '' çok şükür hala hayattasın be un kurabiyesi'' diyorum. alerjim de aldı başını gidiyor. kaşıntı yapmasa hiç umursayacağım yok. çikolata kavanozuyla aramdaki seviyeli ilişki iyi geliyor zihnimin aydınlık isteyen yerlerine. ama şu kaşıntı yok mu işte.
bugün anlatabileceğim elle tutulur pek bi hikayem yok. pijamalarımın pembe puantiyelerinin enfes uyumu dışında. Siyasiyabend'i dinleyiverin bugün. ısrarla '' Can Evimden Vurdun''
o zaman sevgiyle, selametle...
arada balkona çıkıyorum. soğuk yüzüme vurdukça hissediyorum yaşadığımı. '' çok şükür hala hayattasın be un kurabiyesi'' diyorum. alerjim de aldı başını gidiyor. kaşıntı yapmasa hiç umursayacağım yok. çikolata kavanozuyla aramdaki seviyeli ilişki iyi geliyor zihnimin aydınlık isteyen yerlerine. ama şu kaşıntı yok mu işte.
bugün anlatabileceğim elle tutulur pek bi hikayem yok. pijamalarımın pembe puantiyelerinin enfes uyumu dışında. Siyasiyabend'i dinleyiverin bugün. ısrarla '' Can Evimden Vurdun''
o zaman sevgiyle, selametle...
13 Kasım 2012 Salı
Crossing the Bridge: The Sound of Istanbul
milyon tane yorum yapıp sizin bakış açınıza müdahale etmek istemiyorum. izleyin ve köprü olmayı, köprü kurmayı, köprüyü geçmeyi görün. bu aslında kısa bir Türkiye turudur. dev bi paletin içinde renklerimizden ödün vermeden ama birbirimize karışarak yaşıyoruz. aynı denize dökülen nehirler gibiyiz. bak işte '' araf'' dedikleri yer tam da burası. cennet ve cehennem sevabı günahı hesapla kitapla yapanların olsun. biz arafta kalıp renklere boyanalım.
müziği hissetmeniz dileğiyle.
10 Kasım 2012 Cumartesi
09.11.12'de durum bu
hayatın kitaplarla filmler arasında gidip geliyorsa gerçekle hayali karıştırabilirsin ve bu çok eğlenceli de olabilir. hikayeler yaratılabilir. Picasso'nun rüyalarını resmetmesi gibi. sorana hikaye, beğenmeyene '' hikaye değil o hayal, hayal'' de diyebilirsin.
böyle birşey de var
''... hayat , düşünceleri tutan bir hapishanedir. insan, can sıkıcı bir saç demetidir. ben de akılsız bir robotum.'' ( O. Atay)
9 Kasım 2012 Cuma
öyle dedi
''başak gibi olucaksın abisi. rüzgar esince eğileceksin estiği tarafa doğru. dik durursan dağılır tanelerin'' dedi. ah minik, güzelsin azizim. pek güzel.
7 Kasım 2012 Çarşamba
Aman Efendim, Konuş Biraz
Cemal Süreya'nın ''yırtılan ipek sesi''nden bahsettiği kadın Birsen Tezer olmalı diye düşündüm bugün. tam da şiirdeki gibi anlatıyor. cılız bir bencillikle sevinirim bazen, herkesin bilmemesine. bencillik işte. halbuki herkes duymalı bu sakin ''çığlık çığlığa''lığı.
6 Kasım 2012 Salı
iktidar ve muhalefet başkanları tartışmalarına bir yenisini eklediler ve siyasetimiz iyice kapı önü kavgasına dönüştü.özür dileyerek soruyorum size, bu çöl-kutup ayısı hikayesinde zarar gören kim? evet sadece bizler.
tarihe utanç olarak geçecek bu olayı öğrencilerime anlatmak zorunda kaldığım gün hepimiz adına utanacağıma şerefim üzerine yemin ederim. teşekkürler.
5 Kasım 2012 Pazartesi
4 Kasım 2012 Pazar
3 Kasım 2012 Cumartesi
Sadri Alışık filmi seven, gazozu pipetle köpürtmekten zevk alan, söylediği şeyleri atasözleri ile pekiştiren, yere tükürmeyen, yukarı bakıp yürüyen, kaldırım kenarlarında yürümeyi seven, uçurtmalara hayret edilecek şeylermiş gibi bakan, çayı şekersiz ama kahveyi az şekerli içen, çekirdeği kese kağıdından yemeyi seven insandan zarar gelmez. Aklınızda bulunsun :)
2 Kasım 2012 Cuma
1 Kasım 2012 Perşembe
herkes çok aşık. herkes aşkından sere serpe yerlerde. ama kimse sevdiğinin kalp atışlarını merak etmiyor. kimse bin yanlışa bir doğru ekleyip peşinden gitmiyor. seviyor ama, görüyor ama, dokunuyor ama hissetmiyor!
sonra Birsen Tezer çıkıyor saklandığı yerden, '' aşk bu değil'' diyor. '' sen insanı öldürürsün. ''
unutulmasın, hatıra kalsın, kaybolmasın, solmasın
Diyaloğu aynen veriyorum.
-bugün seni çekiştirdik.
-nereye?
-her yere çekiliyorsun, Türkçe gibisin.
-ne güzelim.
-en güzelsin. Kuran çarpsın.
o hep az konuşur, boşlukları doldurmayı sevmez. tadında bırakır, tadı damağında kalır. bi hikaye varsa bir parça ruh gerekiyorsa alıp kahve fincanını kapısına dayanılmalıdır.
-bugün seni çekiştirdik.
-nereye?
-her yere çekiliyorsun, Türkçe gibisin.
-ne güzelim.
-en güzelsin. Kuran çarpsın.
o hep az konuşur, boşlukları doldurmayı sevmez. tadında bırakır, tadı damağında kalır. bi hikaye varsa bir parça ruh gerekiyorsa alıp kahve fincanını kapısına dayanılmalıdır.
30 Ekim 2012 Salı
öyle değil, işte böyle
yazı sevicisiyim ben. elime bi kalem, aklıma üç beş yaşanmamışlık verirsen yazarım deliler gibi. çocukkende böyleymişim. gönderemediğim mektuplarımı üst üste koysam boyumu geçer. kahkahalarla güldüğüm defterler dolusu çocukluğum var. annem örgü, biçki öğren derdi ben kalemi kağıdı alıp kaçardım ordan. en büyük destekçim ise ananemdi. elimde kağıt gördümü dünyayı durdururdu, okusun çocuk diye. kendisinde gördüğü tek eksiğin okuma-yazma bilmemek olduğunun düşündüğünden olsa gerek.. ananem eksiklikleriyle bile tam tamına bir kadındı, nur içinde yatsın. aslında erken uyanırım hep, çünkü küçüklüğümden beri '' öğlen oldu, misafir gelecek'' türünden cümlelerle uyandım. bazen gerçekten öğlen olmuştu, bazense kargalar mamalarına bulaşmamıştı bile. bu bir anne-anane taktiğidir. (sanırım yaşlandığımda bende böyle bir anne olucam.) bilenler bilir, daima geç günaydın derim. çünkü afyonum patlamamıştır, çünkü suratım sirke satmayı bırakmamıştır, çünkü uyandığımda konuşmayı, hemen bişeyler yemeyi, gülümsemeyi ve kavga etmeyi sevmem. onlar sonraki adımdır hep. ilk adım çay ve kahveden geçer. münasip olan, yakışır olan budur bence. binbir hikaye yazar yazar silerim. söylediklerim içimde tuttuklarımın yanında katre. bazen kırmamak, bazen kırılmamak, aslına bakarsan korkup kaçmalarım yüzünden. ne kadar söylersen okadar önemsizleşiyorsun nihayetinde. bir papağanı kimse ciddiye almaz, ama filozoflar öyle mi?! az gidip, uz gidip varırım bi şekilde zirveye. ah bi de kendime takılıp düşmelerim, dizlerim ve yara izlerim olmasa.. yazgıya inanırım. yani labirentteki fare bi şekilde bi yere varır. çıkışı bulamadıysa ve çabalamayı bırakırsa yazgısı labirentte kalmaktır. yazgıya inanırım ama hayatın daima bi b planı vardır. ayık olmakta fayda var. laf arasında laf sokuşturmayı da severim, bu da benim zavallı küçük lanetim. tahammül edilemez değilim, öyle olsa annem-babam bırakırdı cami avlusuna. ama değişip dönüşen ruh halim güzellikler yanında zırvalıklar da vaad edebilir. ve size bir tavsiye, bir insanı sevmek istiyorsanız kardeşinden dinlemeyin. :)
29 Ekim 2012 Pazartesi
keşke ben kursaydım dediğim cümleler -1-
belki de şimdi birileri bizi seviyor uzakta, bir gun birbirini sevecek ( Ceyl'an Ertem)
Alışmaktan korktuğun için; dokunmaktan vazgeçtiğin insanlar vardır. ( La fille sur le pont )
Hukuk iktidarların fahişesidir! ( Bakunin )
"Size zamanını ayırmayan birine, asla kendinizi harcatmayın.." ( C. Bukowski )
Gerçekten seven bir kadın, kendisine ödenmesi gereken bir bedel yada hakkı saydığından verdiği acılar için hiçbir rahatsızlık duymaz. ( Zeki Demirkubuz )
O kadar özgür varlıklarız ki, kendimizi zincirlemeyi dahi seçebiliriz. (? )
İnsan doğunca süt kokar, ölünceyse leş, demek ölene kadar kötülükle doluyor içimiz: Erkan Oğur (telvin belgeselinden)
Her halk kendi diktatörünü süpürse dünya tertemiz olur. ( Faruk Kaya)
yeni başlayanlar için tarih: sırasıyla ateşi, yazıyı ve korkudan kitap yakmayı bulduk... (Vedat Özdemiroğlu )
"Biri ölür üzülmezsiniz, sonra sandalyeye asılı hırkasını görürsünüz, o hırkanın duruşu kalbinize oturur." (Nuri Bilge Ceylan )
Sevgisizlik bu kadar öne çıkmamalı diyorum. Yoksa, ne olacak, o da insanın bir yanı.. ( Cemal Süreya )
24 Ekim 2012 Çarşamba
bi bardak sıcak çay çözer düğümleri bir bir
yapılabilecek en doğru şeyi yapıp bi bardak çay içtim. hepsi bu. yanlış cümleler kurdum ve sözcüklerin geri alınma lüksü yok. olmayacak şeylere kızıp yanlış kişilere patladım ve bu patlama gerçekten buuuummm diye oldu. yüzüme çarpan gerçekler ve yüzüme çalınan soğuk havalarla yaşamaya alışıyorum. soğuğu sıcaktan daha çok severim, gerçeği yalandan.. ama bazı gerçekler acıtmıyor adeta kanırtıyor birşeyleri. ne diyebilirim ki üzgünüm işte. ağlamaktan kirpiklerim avuçlarıma mı dökülsün yani. yok öyle hikaye! üzüldüyseniz, kırıldıysanız, onarılmıyorsa da artık parçalarınız çay için, geçer.
bu kadar.
bu kadar.
9 Ekim 2012 Salı
bugün dokuz ekim diye
doğum günüme istinaden birşeyler karalayayım dedim. ayıp olmasın annemin ağrılı sızılı geçen gününe, benim güzel dünüme.. öyleyse şöyle söyleyeyim;
uçurtma uçurmayı, terliyken su içmeyi, kahve telvesi parmaklamayı ve ayıplanmamayı.. yüzüme her rengi yakıştırmayı ama karartmamayı.. insanları sevmeyi ama abartmamayı.. ağlamayı, gülmeyi ama fişi çekilmiş buzdolabı gibi bakmamayı.. toprağa basmayı, toprağı hissetmeyi ama çamurlaşmamayı... balonların yalanlardan daha çok olduğu bi dünyayı.. çocuklaşmaktan utanmayan insanlarla dolu parklarda oynamayı..koşulsuz sevmeyi-sevilmeyi.. ve daha birsürü şeyi bir arada istedim. hayal ettim. beraber paylaştığımız iyi-kötü-güzel-çirkin anlar için teşekkür ederim. birşey olacaksa hep beraber olsun. biraz senli biraz benli... sevgiler.
ha bi de sevgili john iyi ki doğduk! :)
uçurtma uçurmayı, terliyken su içmeyi, kahve telvesi parmaklamayı ve ayıplanmamayı.. yüzüme her rengi yakıştırmayı ama karartmamayı.. insanları sevmeyi ama abartmamayı.. ağlamayı, gülmeyi ama fişi çekilmiş buzdolabı gibi bakmamayı.. toprağa basmayı, toprağı hissetmeyi ama çamurlaşmamayı... balonların yalanlardan daha çok olduğu bi dünyayı.. çocuklaşmaktan utanmayan insanlarla dolu parklarda oynamayı..koşulsuz sevmeyi-sevilmeyi.. ve daha birsürü şeyi bir arada istedim. hayal ettim. beraber paylaştığımız iyi-kötü-güzel-çirkin anlar için teşekkür ederim. birşey olacaksa hep beraber olsun. biraz senli biraz benli... sevgiler.
ha bi de sevgili john iyi ki doğduk! :)
27 Eylül 2012 Perşembe
kelimekozası
blogumu merak edip ziyaret eden çok sevgili okuyucu kişisi, kim olduğun hakkında en ufak bilgim yok. belki hiç tanışmıyoruz tesadüfen buldun ve okuyorsun, belki çok sevdiğim bir dostumsun, belki gerçekten zerre kadar hoşlanmadığım bi tanıdık, ya da belki vaktiyle çok sevip şimdi pişman olduğum biri.. gerçekten bu konuda bir fikrim yok ve güzel olan da bu zaten. ben çocukluğumdan beri kalem kağıt ile büyüdüm. yazmasam ölürdüm diyorum hep ve bu doğru. sevgilerim, nefretlerim, kayıplarım, ayıplarım.. hepsinin yükünü yazarak hafiflettim. bir büyüme evresi gibi düşün mesela. tırtıldan kelebeğe dönüşürken yırttığım koza kelimelerden örülü..
öncelikle dürüst olmak gerekirse bu okuduğun şeyler ufacık hayatımda bir katre bile değil. yazdıklarım kadar yazamadıklarım, ifşa ettiklerim kadar sakladıklarım da var. okuduğun zaman ne düşünüyorsun bilmiyorum ve bazen gerçekten dışardan bakılınca gördükleri şeyi merak ediyorum. renklere boğduğum hayatımın karanlık yüzünü yazıya döküp, sonra gökkuşağı elbisemi geri giyip hayat dediğimiz dolaşımın kanına karışıyorum. hayatım buaralar sakar bi cambazın ipte yürümesi gibi, yüreğim hep ağzımda. planlar yapıyorum, bozuyorum. sonunu bilmediğin birşeyin ipleri sendeymiş gibi davranmak gerçekten tuhaf. bazen başımı gökyüzüne kaldırıyorum ve hissediyorum, Tanrı bana gülümsüyor. en azından yürütemediğim hayatım bir işe yarıyor diyorum. zayıflıklarım insanlara cesaret verdi hep. daha çok üzdüler, daha çok incittiler, tertemiz gördüğüm şeyleri kirlettiler.. bende intikamımı yazarak aldım demek isterdim. hayır, yapamadım. sineye çekip yürümeye devam ettim.
'' omzunda bu kadar yükle daha kaç vakit yol alabilir ki insan?'' dedim,
'' heybeden bir delik açarsın aktıkça hafifler farkına varmazsın.'' dedi bir arkadaşım. ve gördüm ki haklıymış. heybemden kaç kişi akıp gitti farkına varmadan..
şimdi mi? şimdi bütün rollerimden sıyrıldım ve yine planlar yapıyorum. beklemeyi bilirsen her kapının bir anahtarı vardır. planlar değişti, suretler değişti, sevgiler değişti, nefretler değişti.... ben mi? ben de değiştim şimdilerde..
öncelikle dürüst olmak gerekirse bu okuduğun şeyler ufacık hayatımda bir katre bile değil. yazdıklarım kadar yazamadıklarım, ifşa ettiklerim kadar sakladıklarım da var. okuduğun zaman ne düşünüyorsun bilmiyorum ve bazen gerçekten dışardan bakılınca gördükleri şeyi merak ediyorum. renklere boğduğum hayatımın karanlık yüzünü yazıya döküp, sonra gökkuşağı elbisemi geri giyip hayat dediğimiz dolaşımın kanına karışıyorum. hayatım buaralar sakar bi cambazın ipte yürümesi gibi, yüreğim hep ağzımda. planlar yapıyorum, bozuyorum. sonunu bilmediğin birşeyin ipleri sendeymiş gibi davranmak gerçekten tuhaf. bazen başımı gökyüzüne kaldırıyorum ve hissediyorum, Tanrı bana gülümsüyor. en azından yürütemediğim hayatım bir işe yarıyor diyorum. zayıflıklarım insanlara cesaret verdi hep. daha çok üzdüler, daha çok incittiler, tertemiz gördüğüm şeyleri kirlettiler.. bende intikamımı yazarak aldım demek isterdim. hayır, yapamadım. sineye çekip yürümeye devam ettim.
'' omzunda bu kadar yükle daha kaç vakit yol alabilir ki insan?'' dedim,
'' heybeden bir delik açarsın aktıkça hafifler farkına varmazsın.'' dedi bir arkadaşım. ve gördüm ki haklıymış. heybemden kaç kişi akıp gitti farkına varmadan..
şimdi mi? şimdi bütün rollerimden sıyrıldım ve yine planlar yapıyorum. beklemeyi bilirsen her kapının bir anahtarı vardır. planlar değişti, suretler değişti, sevgiler değişti, nefretler değişti.... ben mi? ben de değiştim şimdilerde..
19 Eylül 2012 Çarşamba
ne kadar bilirim, ne kadar konuşurum bilmem. lisedeyken ''politikacı olucam'' derdim, babam da bana '' sen o kadar sahtekar olamazsın'' derdi. sonra öğrendim ki politika çok yüzlü demekmiş. şimdi büyüdüm ve babama hak verdim. kızgınım. insanların haksız yere yaptığı provokasyonlara kızgınım. haklı ya da haksız fark etmez! yapılan hakaretlere, küçülmelere kızgınım. klişe olucak ama elinde klavye vatan kurtarmaca oynayanlara kızgınım. ''vatanını seviyorsan..'' la başlayıp kendini vatansever yapıp diğerlerini vatansız sayanlara kızgınım. uzak tepelerde yine birileri ölüyor.. kardeşim, abim, eşim, dostum yaşında.. birleri lanet ediyor, birileri dua. birileri şükür ediyor bugünlerine, birileri küfür ediyor olana bitene. metanetinizi koruyun demiyorum. bunca acının içindeyken korumayın da. ama onca kaybı düşünüp lütfen saygılı olun. başta kendinize, sonra çevrenize. içi bizden katlarca fazla yanan anneler, babalar, kardeşler, eşler, çocuklar var. en çokta onlara saygılı olun. olmak zorundasınız!
17 Eylül 2012 Pazartesi
bugün kendi küçük kaybımın matemini tutuyor olabilirim. eski fotoğrafları çıkartıp bazı yüzleri kazımak istemiş olabilirim. hatırlamak istemediğim şeylerin içinde yaşıyor olabilirim. olmayacak bir düşün peşinde yürüyor olabilirim. oldurmaya kabilken dokuz boğumlu düğümün büyüsüne kapılmış olabilirim. içimde bir çift avuç var, sıcacık. belki onu öldürmeye kıyamıyor olabilirim. ela lekeli düşlerden dönüp kabullenilmiş hayatlar yaşamaya devam ediyor olabilirim. az bir yolum kaldı. şu vadiyi de geçeyim, her şey berrak, her şey sıfır, her şey hiç! babasız çocuklara öykünür yalnızlık, belirsiz bir piç!
15 Eylül 2012 Cumartesi
velhasıl öyle işte
artık kafamı dolduracak bir şeyler bulmalıyım. bana iş ver, kafa karışıklığı ver, uykusuzluk ver. yoksa o yapışık yapışık herhangilerden biri olacağım. kendimi bi halt sanan bu üslup da yeni yapıştı üstüme. hepsi amaçsızlıktan! üst komşunun çişini duyacak kadar yalnızlaşmaktan işte! bana yoğunluk ver. durgun suyumda halkalar istiyorum. bu kadar durgun olmak yakışmıyor yer yer sanatsal mürekkep lekeleriyle bezeli pembe elbiseme. soyunsam elbisemden, derilerimden, ruhlarımdan... insanın bir tane ruhu olur diyenler halt etmişler! bi buçuk metrede bin değişik ruhu barındırıyorum. bilincimi severim!bir kaç tanesi öldü ama. törensiz, karanfilsiz, tabursuz, tekbirsiz. ve yalansız! bazı öyküler noktayı koyduğun yerde başlıyor, biraz başkalaşarak. önüne geçemiyorsun sel suları gibi ilerleyen hikayenin. setler çekiyorsun, yıkılıyor. sonra bir Firavun edasıyla secde ediveriyorsun o çıplak gözle göremediğin çizgiye geldiğinde. öyle.
12 Eylül 2012 Çarşamba
en bahar
çiçekli elbisesinin üzerinde ince bir hırka çekmiş geliyor sonbahar. artık her saat biraz akşamüstü... atlamalı zıplamalı şarkılar mevsimi bitti. ezgiler kırılgan, mağrur ve ceketi omzunda bir delikanlı. ya da saçını sola taramış dik başlı bir kadın. çocuktan bozma biraz da... yüzüme saçlarımdan fazlası düşmeye başladıysa mevsim gelmiştir, mevsim en güzeldir. içimdeki kadın gözlerini pencereye dikmiş uzaklara bakmaya başlamıştır. mevsim herkese son, bana en bahardır! akordu bozuk musiki aletleri açılıverir önümüze birazdan. sanki bi gemi varmış, herkesi almış, karada bir tek ben bir de sonbahar kalmış...
11 Eylül 2012 Salı
uzun zaman oldu toprağı hissetmeyeli çıplak ayaklarımda. kök salmayı bıraktım çoktan, köklerimden ayrılmak, beni besleyen değerlerden uzaklaşmak üzereyim. kendimi keşfedene kadar yol alacağım. ta ki ''bu işte!'' diyene kadar, ya da pes dediğimiz yol ayrımında beyaz bayrağımı sallandırıp yeniden kökleşmeye başlayana kadar.
hayatta inişler kadar çıkışlar da var. ve tabi çakılışlar da... neyle karşılaşacağımı gerçekten kestiremiyorum ama barıştım yazmakla. bu iyi birşey.
hayatta inişler kadar çıkışlar da var. ve tabi çakılışlar da... neyle karşılaşacağımı gerçekten kestiremiyorum ama barıştım yazmakla. bu iyi birşey.
yani sanırım...
22 Mayıs 2012 Salı
21 Mayıs 2012 Pazartesi
19 Mayıs 2012 Cumartesi
17 Mayıs 2012 Perşembe
16 Mayıs 2012 Çarşamba
15 Mayıs 2012 Salı
gibi ama tam değil
bazen hayat sadece duygulardan ibaretmiş gibi,
bazen sadece rakamlardan...
sonra bazen yalanlardan.
bazen bi bardak sudan ibaretmiş gibi,
ya da sevdiğin yüzlerle içtiğin bi bardak çaydan.
yamasından ışık sızan yalnızlıklardan...
hayat bazen sevsin istediklerimizden ibaretmiş gibi,
bazen ölsün istediklerimizden...
hem de bi karıncayı bile incitemiyorken.
hayat bazen isteyip alamadığımız o nakışlı dantelli elbisenin ta kendisi
bazen başucunda pabuçlarınla uyuyup yarının bayram olduğunu bilmek hayat.
bazense sadece susmak.
bazen sadece rakamlardan...
sonra bazen yalanlardan.
bazen bi bardak sudan ibaretmiş gibi,
ya da sevdiğin yüzlerle içtiğin bi bardak çaydan.
yamasından ışık sızan yalnızlıklardan...
hayat bazen sevsin istediklerimizden ibaretmiş gibi,
bazen ölsün istediklerimizden...
hem de bi karıncayı bile incitemiyorken.
hayat bazen isteyip alamadığımız o nakışlı dantelli elbisenin ta kendisi
bazen başucunda pabuçlarınla uyuyup yarının bayram olduğunu bilmek hayat.
bazense sadece susmak.
hiçbir şey yazısı
yine böyle kasvetli bi bahar günü. kendini kış sanıyormuş meğersem. kimse de dememiş sen baharsın, adabınla çiçek açmalısın diye. yine böyle bi gün işte. hani yani tam bugün. yine atmış kafam, yine bozuk para gibi şıngırdıyorum içerden, yine bi ses bana sesini çıkarmadan küfretmiş meğersem. öyle bi ruh hali düşün pembe duvara siyah mürekkep fırlatmak isteyen. ama burda duvarlar yeşil, duvarlar mabed, yalnızlık belki de Allah'a en büyük ibadet...şimdi bu geçti aklımın ötesinden berisinden. günahkar bakışlar attım karanlığa. yansıması da değişir insanın bakmaya bakmaya aynaya. karanlık beni insanlardan daha çok severken nasıl uyurum yalancı ışıklarda. bi gün içimden dedim ki organlarıma bağırarak, '' hiçbirşey değildiysekte iyi insan olduk biz hep bir aradayken'' iyi roller biçemedilerse de iyiydik içerden. ışığı yaktım, aynaya döndüm ve sırıtıverdim haybeden. bi tasarım harikası değilsemde kaşım gözüm doğru yerdeydi. adımlarımı yanlış atsam da yüreğim doğru yerdeydi. ve bir gün zifirisi demli çay kıvamında yanında cevizli kurabiye yalnızlığımla gidivericem. hani oldu bittiye getirme gidivermesi gibi. şimdi kızıp küstüğüm ne varsa özleyivericem bi çırpıda. heybemde herkesten üç nokta...
10 Mayıs 2012 Perşembe
cırcır leblebisi, boza ve biraz da vals
hamuru çamuru birbirine girmişse de boş ver. bazen dünyayı kurtarmaktan daha önemlidir cırcır leblebisiyle boza içmek. hemde gecenin 2 buçuğuna vurduğunda saatin ding dongları.hem de saçlarında ahenksiz ucube bi vals eşliğinde. hemde ağzını ayıra ayıra esnerken ve son nefesinmiş gibi klavyeyi takırdatırken. ve de en sevdiklerini daha az, nefretlerini daha çok sahiplenirken. bazıları senin için dünyayı yakar bazıları tek bi sigara yakamaz mesela. araya sokuşturdum ki kafana vurmadan anlayamazsın diye. bunu kabullenip başla, başladığın her neyse. ve uzak dur çamuru hamurundan fazla olandan. bataklığın oluverir, çırpındıkça batarsın. sen en iyisi mi zamana inan, yaşamı sev, gözlerini kıs, ışığı hisset ve uyuyakal!.. sevgiyle.
6 Mayıs 2012 Pazar
2 Mayıs 2012 Çarşamba
saçmalamalar
saat 02.03 yani birinin beni düşünme ihtimalini düşünmeme bi dakika geç kalmışım. aptal hayaller kurabilirdim oysa ki. hava sıcak gibi, hani bu yapış yapış olmayan sıcaklardan. pencere hafif aralık, rüzgar dokunsun diye. hani şu filmlerde uçuşan parlak saçlı kız hikayesindeki gibi. azönce bi adam bağırarak telefonda konuştu.'' heey adamım kes sesini kediler seni dinlemek zorunda değil ''demeyi dilerdim. yani bi amerikan kovboy filminde olsaydım ve kafamdan uçmayacak bi kovboy şapkası, yazlık çizmeler (!) falan. senaryo sıradan ama iyi. yani geceyi ucu ucuna kurtarır. yani lafı ordan alıp noktalama işaretlerine getirmeyi istemezdim ama bazen noktalama işaretlerini sevmiyorum. hızı kesmek için gereksiz yere yüksek yapılmış kasis gibi bazen noktalama işaretleri. bazen de bel kemikleri cümlelerin. bazen yıldızlar bile noktalama işareti sonunu görmediğimiz hayatlar için. insanlar diyorlar doğar, büyür, yaşar ve ölür diyorlar. saçma! insanlar ölmek üzere doğar ve yaşadığını anlamaya başladıkları zamanda ölürler ve doğumla ölüm arasındaki ayrıntılardır insanı insan yapanlar. benzer cümleleri shakespeare de kurmuş olabilir belki. ya da bir başka akımın efendisi. sonuçta hepimiz beynimizi belli bir oranda kullanıyoruz ve oranlar aşağı yukarı aynı. ve en komiği bence belli oranda kullanılan beyinlere sahip olmamıza rağmen mükemmel eşittir insan tabirini kullanan gündüz kuşağı kadın programı uzmanları. ve ordan oraya atlamanın dayanılmaz hafifliğiyle uykuya dalar bu kendini tanrıça sanan insan yavrusu.
sevgiyle...
sevgiyle...
1 Mayıs 2012 Salı
kırışık yanaklı ülkem
ve tarih 1 mayıs. ve ben güne istinaden olmasa da dinlediğim bir türküden çok etkilenmiş olmalıyım zahir, anlatayım dedim dilimin mecal verdiğince gülümsemeyi seven ama hep bi kaygısı içinde saklı kırışık yanaklı ülkemi... benim ülkem herkesin benim deyipte sahip çıkmaya korktuğu bereketli topraklar üzerine kurulu. benim ülkem her daim iç edilmeye çalışılırken dışlanmış... benim ülkem ...öyle.
hani herkes cennet der ya vatanına, ben araf diyorum. hep bi arada kalmışlığın verdiği sancı. hep birilerine, birşeylere ve hatta kendi içine bile yabancı. benim ülkem dinde araf, dilde araf, siyasette araf, hatta şöyle bir bakarsan haritaya coğrafyada bile araftır. onlar bozmamak için Avrasya diyorlar. yok öyle hikaye!
medeniyetleri beton köprülerle birleştirmeye çalışıp güneşin doğduğu tarafı medeniyetten saymayan adamların aydın geçindiği yerdir benim ülkem. aydınlanmayı florasan ışıklarda arar güneş dururken.
ve benim ülkemde 3 şey için el ele tutuşulur. biri halay,biri savaş, diğeri milli maç.
sevgiyle, saygıyla kal öyleyse.
hani herkes cennet der ya vatanına, ben araf diyorum. hep bi arada kalmışlığın verdiği sancı. hep birilerine, birşeylere ve hatta kendi içine bile yabancı. benim ülkem dinde araf, dilde araf, siyasette araf, hatta şöyle bir bakarsan haritaya coğrafyada bile araftır. onlar bozmamak için Avrasya diyorlar. yok öyle hikaye!
medeniyetleri beton köprülerle birleştirmeye çalışıp güneşin doğduğu tarafı medeniyetten saymayan adamların aydın geçindiği yerdir benim ülkem. aydınlanmayı florasan ışıklarda arar güneş dururken.
ve benim ülkemde 3 şey için el ele tutuşulur. biri halay,biri savaş, diğeri milli maç.
sevgiyle, saygıyla kal öyleyse.
29 Nisan 2012 Pazar
olmadıysa olmuştur denemesi
bir şeyler yazmalı dedim bugün. bir pazar gününü ertesine düğüm etmeyi beklemeden. güneş fazla uzaklaşmadan, toprağın sıcaklığı bozulmadan daha. bişeyler yazmalı dedim. biraz daha takatimiz olsun doğrulmaya diye. bi hikaye daha uydurmalı yalanını sevdiğim dünyasında. mayıs elde çiçek bekliyorken öyle güzel, öyle naif... ve nisanın eteklerinde bir uçuşma mı dersin ne dersin bilmem ama bildiğin gibi değil bu kez nisan, firari... bi geri dönüş olsaydı yolundan çoktan çıkmış yolumuzdan, severdim yine karşılıksız. velhasıl güvenmezdim benim diyene! bir başkalaşım hakkım olsaydı eğer üflenmeyi bekleyen ucuz sabun baloncuğu olurdum. tüm dillendirmelere karşı çıkar lâl olurdum.. yahut çiğ damlası olurdum. ne yağdığım bilinirdi ne buharım görünürdü. ben yine güneşe hapsolurdum karanlık uykuları severken
26 Nisan 2012 Perşembe
kahve suyunu koymaya çeyrek var
yazmakta gelmiyorsa içinden öl! ya da bi kahve iç
rüyamda dünyanın döndüğünü gördüm.
gülme.
bu sefer bulutlar geçmiyordu gökyüzünden
bi başka türlüydü.
kötüydü.
çok kötüydü.
edebinle dön dünya.
ürkütme.
korkutma.
17 Nisan 2012 Salı
bir zamanlar
ben şimdiki zamanın interaktif çocuğu değilim. benim interaktifliğim sonradan gelme/ görme. ben çamurdan pasta yapılan dönemin çocuğuyum. leğende kağıt gemi yüzdüren , karda poşetle kayan, tahta parçalarından araba, havludan bebek yapan dönemin çocuğuyum. dizlerimde gerçek yara izleri taşıyorum ve asfaltsız günlerin, çakıllı köylerin çocuğuyum.
ve iyi ki de..
doğru zamanda doğdum.
ve iyi ki de..
doğru zamanda doğdum.
12 Nisan 2012 Perşembe
böcekler, ruhlar, bedenler ve gökler ( aslında tekler)
iki gecedir rüyamda böcekler görüyorum. parçaladıkça çoğalıyorlar. öldürmeye çalışıyorum. delirmiş gibiyim adete.
anne beynim böceklendi! diyorum.
duymuyor. herkes gibi sağır olmuş, kör olmuş, dilsiz olmuş. belki de en kötüsü hissiz olmuş.
hep en çok ruhumun bedenimden önce ölmesinden korktum ben, ondan bu çocukluk martavalları belki de. gördüm çünkü, hissettim ruhları ölmüş bedenleri. kimbilir hemde kaçının yanından geçtim. kaçına dokunurken irkildim.
beni büyütmeyin!
beni ağlatmayın!
öldürmeyin beni bedenimden önce!
sevmeyin de! çünkü sevgi birazda hırpalar.
beni gökyüzüyle baş başa bırakın. bulutlar geçsin, yıldızlar kaysın, Tanrı' nın gözyaşları dilediğince aksın... Ruhumu yıkamam lazım. beni yağmura bırakın. büyütmeyin!ağlatmayı! öldürmeyin!
sevmeyin de..
anne beynim böceklendi! diyorum.
duymuyor. herkes gibi sağır olmuş, kör olmuş, dilsiz olmuş. belki de en kötüsü hissiz olmuş.
hep en çok ruhumun bedenimden önce ölmesinden korktum ben, ondan bu çocukluk martavalları belki de. gördüm çünkü, hissettim ruhları ölmüş bedenleri. kimbilir hemde kaçının yanından geçtim. kaçına dokunurken irkildim.
beni büyütmeyin!
beni ağlatmayın!
öldürmeyin beni bedenimden önce!
sevmeyin de! çünkü sevgi birazda hırpalar.
beni gökyüzüyle baş başa bırakın. bulutlar geçsin, yıldızlar kaysın, Tanrı' nın gözyaşları dilediğince aksın... Ruhumu yıkamam lazım. beni yağmura bırakın. büyütmeyin!ağlatmayı! öldürmeyin!
sevmeyin de..
9 Nisan 2012 Pazartesi
öyle..
bugün bahar gibi geçti, bahara yakışır geçti. ılık bi yağmur düştü kuruyan yüreklerimize. gökkuşağı içti birileri, ben görmedim. ama biliyorum biyerlerden göz kırptı. dokunana kadar koşmayı dilerdim. içmek isterdim tüm renkleri. siyahlarımdan arınmak isterdim bi an için bile olsa.
bugün benden daha şanslıydı birileri, gökkuşağı içti.
ben görmedim.
hissettim
bugün benden daha şanslıydı birileri, gökkuşağı içti.
ben görmedim.
hissettim
6 Nisan 2012 Cuma
inançlar üstüne
inanç tuhaf birşeydir. bazen cıstır, el yakar. bazense sahip olduğun tek şeydir ve birazda sahibindir.
bizi küçükken cıs diye yetiştirdiler. Allah çarpardı! yamulur yampirik olurduk! Allah otoriteydi!
Kimse Allah seni çok seviyor, böyle yaparsan üzülür demedi.
biz hep korkutularak büyütüldük. sakız çiğneme, ölülerin etini çiğnersin, tırnak kesme günah, destursuz basma çarpılırsın, yüzünü yıka nursuz gezme, gece gece ıslık çalınmaz, sofrayı topla meleklerin kanadı kırılır...
ve ben bunları daha da çoğaltabilirim. bu cümlelerin arasında yetiştim. anlamını bilmediğim birsürü duayı ezbere bilirim hala. korku böyle birşeydir işte. anlamını merak bile ettirmez.
sonra sonra kendim buldum yolumu. doğru veya yanlış, ben seçtim. ha yolu bitirdim diyemem. hala sorup soruşturuyorum. zaten yolu bitiren biri olsaydı belki de kıyamet çoktan kopardı. cıs diye! pat diye! küt diye!
şimdi herkesin sürekli sorduğu, sorguladığı, ayaklar altında çiğnediği, el üstünde tutarken ötekileştirdiği soruya gelelim.
Tanrı!
benim sorunum inanmak veya inanmamak değil. saygı! yani şu bizim birinci kural! ne kadar da uzakmışız kendimize, bunu gördüm. içten olan insan bunu böyle bağır çağır , küfür kıyamet göstermez!
sorun ateist olmak, müslüman olmak, musevi olmak, budist olmak değil, hala anlamadılar. mühim olan karşındaki gofrete bile tapıyorsa onu kırmamak için gofrete saygı gösterebilmek. geniş yürekli olmak gerek söz konusu insansa.
o filozof çok haklıydı ''bizi birleştiren şeyler ayıranlardan çok fazla'' derken. ve yüzlerce yıl geçmesine rağmen kimsenin kafasına dank etmemesini trajik buluyorum. ayıp buluyorum, edep ya hu diyorum!
keşke bütün yaptıklarımız iyi insan olmak için olsaydı. cennet pazarlığı için değil. keşke karşımızdakine gavur ya da müslüman yerine sadece insan diyebilseydik. keşke hesapsızca sevebilseydik dünyayı. keşke tüm bunlar bu kadar ütopik gözükmeseydi gözüme...
2 Nisan 2012 Pazartesi
güzel ölen ne varsa...
güzel adamlar erken ölür. ve biz hala yaşıyorsak ters giden bişeyler mutlaka var demektir.
30 Mart 2012 Cuma
28 Mart 2012 Çarşamba
26 Mart 2012 Pazartesi
mutluluk evrenim'e
sihir nedir biliyor musun? sihir babanın sesini duyunca bütün sorumluluklarını yeniden hatırlamak, bütün dert dediğin şeylerin manasız olduğunu fark etmektir. benim mutluluk evrenim... gülümsetmek uğruna yalandan yazdığın şiirlerini severim.. böyle büyük bi gölgem varken ben bütün evrene karışır da yine yıldızlarıma dönerim. iyi ki aradın, iyi ki duydum sesinin huzurunu. şimdi bana biten hiç bi hikaye koymaz, en fazla değer geçer. hani hep şanssızım diyorum ya, gerçekten öyle. ben doğduğum gün bütün şanslarımı sende tükettirmiş Tanrı. şimdi her şeye gösterilcek bi çabam ve yanlış adım da atsam arkamda duracak bi babam var.
25 Mart 2012 Pazar
24 Mart 2012 Cumartesi
biraz bahar, biraz biz, biraz ben-sen falan!
güzel şeyler yazmak hevesindeyim, kulağımda Sezen Aksu'nun gaza getiren tınısıyla. cemre düştüğü yerden memnun, biz de öyle. hava öyle sıcak ve insanlar öyle temkinli ki herkesin elinde gocuk diye tabir ettiğimiz o dev gibi montlar ve üzerlerinde bahara öykünmüş tshirtler. temkinli olmak güzel bişey bencede. ama insan aklındaki bütün ihtimallerden sıyrılıp elleri cebinde gezmek istiyor. akşam kıçı donsa da güneşin tadını çıkartmak istiyor. aşkmış, dertmiş, borçmuş, bokmuş unutmak istiyor. dişleri birbirine çarparken gülmek istiyor. neyse işte güzel şeyler yazıcam bugün. duyguya bağlamıycam. korkmayın lütfen. bugün kelebekler ölmek üzere saf saf kanat çırpıyor, biz saf saf yaşıyoruz. güzel şeyler bunlar. saflık güzel yani. bi de yeni bişey duydum, evrendeki herşey hepimizi etkiliyormuş. yani bi gün yanınızdan ağlayarak geçersem uyarın lütfen, bütün evrenin ağzına sıçıyosun, kes sesini diye. baktınız susmuyorum, sarılın ozaman. sarılmak sihir gibidir, öpünce geçerden daha gerçektir. tüm 5 dakika sonraki planlarınızı bi kenara bırakıp sarılın. okadar mı zor yani?
gitmeliyim. yeni zımbırtılıklar yazmak için hayatın benim dışındaki kısımlarına karışmam lazım. sevgiler, saygılar olsun..
gitmeliyim. yeni zımbırtılıklar yazmak için hayatın benim dışındaki kısımlarına karışmam lazım. sevgiler, saygılar olsun..
22 Mart 2012 Perşembe
21 Mart 2012 Çarşamba
18 Mart 2012 Pazar
bahar-ederlezi-çağdaş dünya
bugün kütahya baharla öpüştü. hıdırellez ateşlerinin hazırlığı başladı. gül ağacına bırakılacak dilekler tespit edildi. ben çağdaş dünyanın çağdışılıklarıyla ilgileniyorum. baharı Almanya, Rusya,Polanya hepberaber karşıladık. husumetleri çözdük. komünizm akımının ütopikliğine parmak bastık. haritayı bozduk, herkes evlerine dedik. bi taraftanda Urumeli ezgileri dinledik. akordeonlar, tefler, ziller eşlik etti geçici barışa. kahrolsun faşizm dedik içimizden. sömrüge milletlere özgürlük dedik. Polonya Varşova bizim dedik.
ve vardığım sonuca gelince bu güzel taze bahar gününde: karlar eriyip bahar yanağımızı okşarken, insanlar hep iyi, devletler hep kötüymüş. dost yok, düşman çok! gözlerinden öperim. baharı karşılarken olmayacak işler bunlar çağdaş(!) dünya.
ve vardığım sonuca gelince bu güzel taze bahar gününde: karlar eriyip bahar yanağımızı okşarken, insanlar hep iyi, devletler hep kötüymüş. dost yok, düşman çok! gözlerinden öperim. baharı karşılarken olmayacak işler bunlar çağdaş(!) dünya.
14 Mart 2012 Çarşamba
dostluklarıma
avuçlarımda eriyen kar tanelerinden ırmaklar çağlasa mesela..
kenarında piknik yapsak, bi ağacın gölgesine uzansak. ateşin başında şarkılar söylesek, gülsek. adam gibi gülsek ama. ağzımızın yarısı bi yerlerde kalmasa.. kalbimizin yarısı terketmiş olmasa. şarkılar susmasa mesela. yazın ortasında her yer kımıl kımılken biz mamak'a sonbaharı getirsek.. ben yine böyle anlatsam hikayemi. hokkamda herkesten bi damla..
sabah ezanından korkuyorum diye kulaklarımı tıkayışınızı özledim. ağlaya ağlaya Tanrı'dan özür dileyişlerimi.. anlam veremesenizde avutmaya çalışmalarınızı özledim. sesiniz, esiniz, rüzgarınız vardı. ben öyle bildim, öyle sevdim hepinizi.
ve avuçlarımda biraz kir olabilir , siz gözlerime bakın. onları gökyüzünden ayırmadım.
kimseyi acıtmadım!
kenarında piknik yapsak, bi ağacın gölgesine uzansak. ateşin başında şarkılar söylesek, gülsek. adam gibi gülsek ama. ağzımızın yarısı bi yerlerde kalmasa.. kalbimizin yarısı terketmiş olmasa. şarkılar susmasa mesela. yazın ortasında her yer kımıl kımılken biz mamak'a sonbaharı getirsek.. ben yine böyle anlatsam hikayemi. hokkamda herkesten bi damla..
sabah ezanından korkuyorum diye kulaklarımı tıkayışınızı özledim. ağlaya ağlaya Tanrı'dan özür dileyişlerimi.. anlam veremesenizde avutmaya çalışmalarınızı özledim. sesiniz, esiniz, rüzgarınız vardı. ben öyle bildim, öyle sevdim hepinizi.
ve avuçlarımda biraz kir olabilir , siz gözlerime bakın. onları gökyüzünden ayırmadım.
kimseyi acıtmadım!
iklim
buraya yine kar yağıyor.
baharı bekleyen kumruları vurdular!
benim içim hep bahar!
iklimim ılıman.
...
..
.
ve yine bahardı. geç kalmıştı sadece. ve ben yine en çok seni en az kendimi affedebildim.
12 Mart 2012 Pazartesi
uykudan yeni uyandı ve nursuz yüzüyle başladı klavyeyi tıkırdatmaya. tek bildiği yazmak olan yarı çocuk, yarı kadın tamamlanamamış bi bedenin arafta kalmış sahibesi.
önce kelimeler yaratılmış olmalı bu evrende diye geçirdi içinden.öyle olmalı... sonra başı sonu belli olmayan şu duygularımız. zincirlerimizden başka kaybedeceğimiz diğer bütün şeyler.. en sonda zincirler..
söyleyip duyurmaya çalıştığım kaç cümlem var diye geçirdi içinden. hiç yok. öyleyse neden yazıyordu. kapanmış yarayı zorla kanatmaya çalışmak gibidir yazmak. dilsizmişsinde aslında çığlık atıyormuşsun gibi.. sizi sizden başka kimse duymaz. ama bi yerde temizlenmek gibidir yazmak. bırak pis kan aksın. daha yaşayacağın onca şeye takatin kalsın..
16 Şubat 2012 Perşembe
öfkelerimle!
biri bi haltı yedi diye seninde yemek zorunda olduğun bi dünya burası. o yaptıysa sende yapacaksın aynısını. ama bi adım fazlasını yaparsan deli derler, meczup derler, şaşkın derler. herkes kadar olmalısın, herkes kadar düşünmeli, düşlemeli, herkes kadar yırtınmalısın onulmaz savaşlar için. herkesin kelimeleriyle konuşmalısın. kendi kelime dünyan, uydurmacaların olmamalı. birilerinin çizdiği yolda ilerlemek zorundasın. yeni yollar aramak çok saçma! bütün yollar bulundu zaten. savaşma!
hayat hep bu cümleleri dolaylı yollarla söyleyen insanlarla karşılaştıracak seni. derin nefes almalı, gülümsemeli ve hayal ettiğin o karanlık çizgide ilerlemelisin, aydınlatmak adına.
kimseye laf söz ettirmeden kendi bildiğin yolda ilerlemelisin. başkalarının hayatını acıtmadan, incitmeden olmalı ilerleyişin. sonunda bi fiyaskoyla da karşılaşsan '' denedim ulan! '' diyebilmelisin. çamurun çirkefin olsun ne yazar. en fazla kuyruğuna teneke bağlayıp gezdirirler sokakta. belki az buçuk hırpalarlar. ceketin yırtılır, burnun kanar, dudağın patlar belki. bırak vursunlar! sen en bet sesinle söyle şarkını. mezarlığın kenarından geçerken ıslık çal mesela. belki özlemişlerdir ıslıklı bir melodiyi... anlamını bilmeden ettiğin dualardan daha mı fena yani. olsun ozaman. fenalık olsun. ama yaptığın fenalıkların zararı bir sana olsun.
sevgilerim ve bazen öfkelerimle...
hayat hep bu cümleleri dolaylı yollarla söyleyen insanlarla karşılaştıracak seni. derin nefes almalı, gülümsemeli ve hayal ettiğin o karanlık çizgide ilerlemelisin, aydınlatmak adına.
kimseye laf söz ettirmeden kendi bildiğin yolda ilerlemelisin. başkalarının hayatını acıtmadan, incitmeden olmalı ilerleyişin. sonunda bi fiyaskoyla da karşılaşsan '' denedim ulan! '' diyebilmelisin. çamurun çirkefin olsun ne yazar. en fazla kuyruğuna teneke bağlayıp gezdirirler sokakta. belki az buçuk hırpalarlar. ceketin yırtılır, burnun kanar, dudağın patlar belki. bırak vursunlar! sen en bet sesinle söyle şarkını. mezarlığın kenarından geçerken ıslık çal mesela. belki özlemişlerdir ıslıklı bir melodiyi... anlamını bilmeden ettiğin dualardan daha mı fena yani. olsun ozaman. fenalık olsun. ama yaptığın fenalıkların zararı bir sana olsun.
sevgilerim ve bazen öfkelerimle...
beceremediklerime..
beceremedim bi çiçeğe bakmayı, koklamayı, konuşmayı.
beceremedim kitaplarımı hırpalamadan okumayı.
beceremedim ışıklarda uyumayı.en korkulmayacak şeylerden korkmamayı. bi yalandan tanrıça olmayı becerebildim. bir de yalandan cümleler kurmayı. en çalışkanı olamadım sınıflarımın.(sınıflaştırılmayı yediremedim belki.) kimseler parmağıyla göstermedi beni. annem toplantılarında doya doya övemedi mesela. '' benim kızım bilmemne birincisi '' diyemedi ama '' laf ebesi'' dedi. fena mı yani.
hayatın beni getirebileceği en güzel noktadayım şimdi. kısık ışıklı odamdan gökyüzünü izleme telaşındayım.
aklımda Oscar Wilde'nin hapishane şiiri:
'' mahkumların gökyüzü dedikleri mavi bir bez parçası ''
sonra Ahmed Arif takılır biyerlerden dilime:
''Akşam erken iner mahpushaneye.
Ejderha olsan kar etmez.
Ne kavgada ustalığın,
Ne de çatal yürek civan oluşun.
Kar etmez, inceden içine dolan,
Alıp götüren hasrete.''
olamadıklarım için affetme annecim. af dilemiyorum zira. parmakla gösterilemesemde parmak izlerimi bırakıyorum dünyaya. sen farketmesende zaman beni öldürmüyor, yarına kalıyorum annecim. affetme sakın. af dileyecek yağmurlar akıtmadım...
beceremedim kitaplarımı hırpalamadan okumayı.
beceremedim ışıklarda uyumayı.en korkulmayacak şeylerden korkmamayı. bi yalandan tanrıça olmayı becerebildim. bir de yalandan cümleler kurmayı. en çalışkanı olamadım sınıflarımın.(sınıflaştırılmayı yediremedim belki.) kimseler parmağıyla göstermedi beni. annem toplantılarında doya doya övemedi mesela. '' benim kızım bilmemne birincisi '' diyemedi ama '' laf ebesi'' dedi. fena mı yani.
hayatın beni getirebileceği en güzel noktadayım şimdi. kısık ışıklı odamdan gökyüzünü izleme telaşındayım.
aklımda Oscar Wilde'nin hapishane şiiri:
'' mahkumların gökyüzü dedikleri mavi bir bez parçası ''
sonra Ahmed Arif takılır biyerlerden dilime:
''Akşam erken iner mahpushaneye.
Ejderha olsan kar etmez.
Ne kavgada ustalığın,
Ne de çatal yürek civan oluşun.
Kar etmez, inceden içine dolan,
Alıp götüren hasrete.''
olamadıklarım için affetme annecim. af dilemiyorum zira. parmakla gösterilemesemde parmak izlerimi bırakıyorum dünyaya. sen farketmesende zaman beni öldürmüyor, yarına kalıyorum annecim. affetme sakın. af dileyecek yağmurlar akıtmadım...
doğmadan biçtim donu
sevgili evladım,
sen bu satırları okurken muhtemelen ben yazdığımı bile hatırlamayacağım. ama dert değil, oku sen. geleceğinden endişeliyim, ülkemin geleceğinden endişeli olduğumdan mütevellit. bu yüzden hiç olmasan daha mı iyi acaba diyorum. dünya gittikçe kötüye gidiyor, ülkemizin hali de dünyayla uyumlu. hani kazara sen dünyaya gelirsen ve bende erken ölürsem seni emanet edebileceğim bir allah'ın kulu yok. ama böyle düşünerekte senin yaşama hakkını elinden alma hakkım yok. kısacası gayetle karışığım. söz konusu sen olunca, sen daha olmadan hassasım evlat. elimden gelen birşey yok. ancak şunu bilmelisin ki seni ben yetiştirsemde, yetiştirmesemde benim tohumum olarak bayrağı iyi taşıman gerek. annen aklından geçeni yapmış, yazmayı marifet sanmış, sana devrik cümleler bırakmış bir kadındı. o bildiği yoldan ilerledi, sende öyle yap. marangoz olmak istiyorsan marangoz ol, pilot istiyorsan pilot. kasma yani. üç günlük dünyada sevdiğin ve hayat ettiğin uğraşlar peşinde koş. doyasıya yaşa hayatı. babanla henüz tanışmadığım için bir fikrim yok ama senden umudum çok. gözlerinden öperim.
ha bir de anneye karşı gelinmez. aklında olsun.
sen bu satırları okurken muhtemelen ben yazdığımı bile hatırlamayacağım. ama dert değil, oku sen. geleceğinden endişeliyim, ülkemin geleceğinden endişeli olduğumdan mütevellit. bu yüzden hiç olmasan daha mı iyi acaba diyorum. dünya gittikçe kötüye gidiyor, ülkemizin hali de dünyayla uyumlu. hani kazara sen dünyaya gelirsen ve bende erken ölürsem seni emanet edebileceğim bir allah'ın kulu yok. ama böyle düşünerekte senin yaşama hakkını elinden alma hakkım yok. kısacası gayetle karışığım. söz konusu sen olunca, sen daha olmadan hassasım evlat. elimden gelen birşey yok. ancak şunu bilmelisin ki seni ben yetiştirsemde, yetiştirmesemde benim tohumum olarak bayrağı iyi taşıman gerek. annen aklından geçeni yapmış, yazmayı marifet sanmış, sana devrik cümleler bırakmış bir kadındı. o bildiği yoldan ilerledi, sende öyle yap. marangoz olmak istiyorsan marangoz ol, pilot istiyorsan pilot. kasma yani. üç günlük dünyada sevdiğin ve hayat ettiğin uğraşlar peşinde koş. doyasıya yaşa hayatı. babanla henüz tanışmadığım için bir fikrim yok ama senden umudum çok. gözlerinden öperim.
ha bir de anneye karşı gelinmez. aklında olsun.
saçmalamanın dayanılmaz hafifliği
Sürekli bir yazmak hissi var içimde. durmadan kelimeler topluyorum, yağmur toplayan bulutlar gibi. yazmasam asabi olurmuşum, öyle dedi birileri. düşündüm ve hak verdim sonra. yazmasam içimde büyürdü herşey, ya da gözümde. yazarak aydınlığa falan çıktığım yok. aslında daha bir içime gömülüyorum. ve seviyorumda bu hali. bazen insanlar okadar anlatmaya değmez ki.. ve sende değmezsin bazen dinlemeye... öyle mal bir his işte. boktan, gereksiz, ama samimi...
odam boka sarmış durumda ama kahve fincanını oynatasım bile yok. herşey yerli yerinde kalmalı. hem zaten yerlerinden memnun olmasalar düşüverirlerdi yerlere... ben bi kupa bardak olsam ve sevmesem yerimi kendimi fırlatır atardım. o biçim gururlu olurdum yani. yada ayaklarına dolanırdım sahibimin, o kırsın sorumluluk onda kalsın diye. çakal ve gururlu bir kupa olurdum. ama sürahi olsaydım ya? sürahi olmayı kaldıramazdım. mütemadiyen masada bir yerde. arasıra dolup boşalan ve bardaklar gibi avuçlar arasında sarmalanmayan... bardakları kıskanırdım içten içe, hatta dışa. kıskanç bi sürahi olurdum, iyiki değilim. ne hüzünlü bir eşya ama... isminde bile hüzün var gibi ''sürahi'' uyduruyorda olabilirim. mümkün yani. ama üzülüyorum ben sürahi görünce. evin sevilmeyip ihtiyaç duyulan bir ferdi gibi...
odam boka sarmış durumda ama kahve fincanını oynatasım bile yok. herşey yerli yerinde kalmalı. hem zaten yerlerinden memnun olmasalar düşüverirlerdi yerlere... ben bi kupa bardak olsam ve sevmesem yerimi kendimi fırlatır atardım. o biçim gururlu olurdum yani. yada ayaklarına dolanırdım sahibimin, o kırsın sorumluluk onda kalsın diye. çakal ve gururlu bir kupa olurdum. ama sürahi olsaydım ya? sürahi olmayı kaldıramazdım. mütemadiyen masada bir yerde. arasıra dolup boşalan ve bardaklar gibi avuçlar arasında sarmalanmayan... bardakları kıskanırdım içten içe, hatta dışa. kıskanç bi sürahi olurdum, iyiki değilim. ne hüzünlü bir eşya ama... isminde bile hüzün var gibi ''sürahi'' uyduruyorda olabilirim. mümkün yani. ama üzülüyorum ben sürahi görünce. evin sevilmeyip ihtiyaç duyulan bir ferdi gibi...
saat 3 buçuk. geceyi sabahla öpüştürmeyi sevmem, tadında bırakır gecede kalırım genellikle. gözüme ışık girmeden dalarım uykuya.
genellikle.
bir kaç gecedir uykularım yarım yamalak. günlerim gereksiz derecede depresif ve birazda manik.
gereksiz yani...
gittikçe ahırlaşan odamda gittikçe ağırlaşan yalnızlığımla pek bi mesudum. kimseyi görmesemde olurmuş gibi. bir de behzat che furyasına kapıldım. severim olmayacak zamanlarda olmadık şeyleri takmayı, takılı kalmayı. olmadık zamanların olur olmazı olmayı severim epey. birde böyle bir kelimeye takılıp olur olmaz kullanmayı...
bir haftadır kendimde sezdiğim şey, tehlikesiz manyaklığın dikalası. ( ya da dik alası) saatlerce kendimle konuşabiliyorum. sövüyorum arada kısık sesle. sonunda 2 kişilik sohbetler yapar oldum. söyleye söyleye kendimide inandırdım galiba arinnanın varlığına. tehlike çanları çın çın !
nekadar daha manyayabilirim yaşayıp göreceğiz. ama şimdi toz olup, buhar olup, duman olup ( asla siktir olup değil) gitmem gerek.
sapıtmanın eşiğindeyim dünya. kolla kendini! ve belki dönmeseydin böyle bilmemkaç kilometre hızla , savrulmasaydı beynim böyle olmayabilirdim. seninle fare dağ kavgası yapmayabilirdim. düşün ki ne haldeyim...
sana sevgilerimi sunuyorum dünyayı döndüren ellerin sahibi. manyamadım aslında, ölümüm kolay olsun diye ayak yapıyorum. aklın kalmasın yani.
hoşçakal en sevdiğim veda sözcüğüdür. hoşçakal oyuzden, hep hoş kal... öyle işte.
genellikle.
bir kaç gecedir uykularım yarım yamalak. günlerim gereksiz derecede depresif ve birazda manik.
gereksiz yani...
gittikçe ahırlaşan odamda gittikçe ağırlaşan yalnızlığımla pek bi mesudum. kimseyi görmesemde olurmuş gibi. bir de behzat che furyasına kapıldım. severim olmayacak zamanlarda olmadık şeyleri takmayı, takılı kalmayı. olmadık zamanların olur olmazı olmayı severim epey. birde böyle bir kelimeye takılıp olur olmaz kullanmayı...
bir haftadır kendimde sezdiğim şey, tehlikesiz manyaklığın dikalası. ( ya da dik alası) saatlerce kendimle konuşabiliyorum. sövüyorum arada kısık sesle. sonunda 2 kişilik sohbetler yapar oldum. söyleye söyleye kendimide inandırdım galiba arinnanın varlığına. tehlike çanları çın çın !
nekadar daha manyayabilirim yaşayıp göreceğiz. ama şimdi toz olup, buhar olup, duman olup ( asla siktir olup değil) gitmem gerek.
sapıtmanın eşiğindeyim dünya. kolla kendini! ve belki dönmeseydin böyle bilmemkaç kilometre hızla , savrulmasaydı beynim böyle olmayabilirdim. seninle fare dağ kavgası yapmayabilirdim. düşün ki ne haldeyim...
sana sevgilerimi sunuyorum dünyayı döndüren ellerin sahibi. manyamadım aslında, ölümüm kolay olsun diye ayak yapıyorum. aklın kalmasın yani.
hoşçakal en sevdiğim veda sözcüğüdür. hoşçakal oyuzden, hep hoş kal... öyle işte.
huzuru dinliyorum ince parmaklı adamın kemanından. içime yansıttığı tek şey huzur... bana yakın bir coğrafyanın bana uzak acılarıyla beslemiş kemanını... .
kafamın içinde milyon tane baloncuk. çıkamıyorum içinden içimin. ağlayasım geliyor o ağlamak gibi melodiye eşlik edercesine. bogazımda çözülmesi imkansızmış gibi gelen düğümler... yutkunuyorum. kana kana su içmek gibi yutkunmalarım.
hiç duymadığım bir sesin çağrısına kulak vermek gibi olsun istiyorum gidişim. gülümseyerek gitmek istiyorum buralardan. yersiz bir çığlığın peşi sıra değil.
beni yalnızlığa itme.
bırakma.
gitme.
git deyişlerime aldırış etme.
ve susturma müziği, ağlasın bırak.
emr-i vaki
bağırır gibi yaz adını adımın yanına çocuk. adam ol benle, büyü! uzaklaşma ama. gitme zalim yağmurlara...sel olur alır seni burnunun ucunu ıslatan sular. öyle bir bağır ki sesin kısılsın çocuk. sesin kainata karışsın. kainat kadar gizemli ve Tanrı'ya yakın ol.
hep oluyorsa herkes sen hiç ol. derin mevzular sıktıysa birazda sığ ol. hiçbir şey olma yolunda cesaretli ol. özne olmak için yırtınanlara inat dolaysız tümleç ol. dolaylı yoldan anlatma anlatmaya değer şeyleri. herkes dümdüz olmak adına eğilip bükülürken, boş ver ne bellerlerse bellesinler, sen kıvrımlı ol. yalandan yaslar göreceksin zamanı gelecek. dirayetli ol. nefreti de öğreneceksin sevgiyi de. hakkını veren ol. diken uzatana gülle gidecek kadar büyümediysen eğer hissettiğin gibi ol.
o ya da bu ol, ne yazar. yeter ki yüzüne yorganı çekince huzurlu ol.
hep oluyorsa herkes sen hiç ol. derin mevzular sıktıysa birazda sığ ol. hiçbir şey olma yolunda cesaretli ol. özne olmak için yırtınanlara inat dolaysız tümleç ol. dolaylı yoldan anlatma anlatmaya değer şeyleri. herkes dümdüz olmak adına eğilip bükülürken, boş ver ne bellerlerse bellesinler, sen kıvrımlı ol. yalandan yaslar göreceksin zamanı gelecek. dirayetli ol. nefreti de öğreneceksin sevgiyi de. hakkını veren ol. diken uzatana gülle gidecek kadar büyümediysen eğer hissettiğin gibi ol.
o ya da bu ol, ne yazar. yeter ki yüzüne yorganı çekince huzurlu ol.
herhangi biri
erken uyanmıştı o sabah. halbuki çok geç uyumuştu. arkasından ağlanacak kadar güzel bi kitabı bitirmiş, kitabın kahramanlarıyla konuşurkende uyuyakalmıştı. ışığı kendisi kapatmamış, kimin kapattığından da haberdar değildi. sormadı da. kapanmıştı işte. uyandığında aklındaki tek şey Münevver'di. çabuk etkilenirdi zaten oldum olası. Münevver'le bütünleşti. beraber haykırdılar, beraber ağladılar ve o uyudu...
içinde garip bir mutluluk oturmuştu. kitaplarıyla barıştı ya daha büyük bir mutluluk yoktu artık. aylar önce alıp kapağını hiç açmadan kenara koyduğu bütün kitapları raflardan çıkardı. hayatına ortak olacak yeni insanlar, yeni anlayışlar demekti bu. ağzının kenarına yamuk bi gülümseme yerleşti. iştahla kitaplarına baktı. ama bu kısa sürdü. annesi anı parçalar bir edeyla seslendi ''kahvaltı hazır! ''
yüzündeki gülümseme kayboldu bi anda. erken saatlerde midesi hiçbirşey almazdı. ama annesini de kırmak istemedi.
'' geliyorum.'' dedi isteksiz. yüzünü yıkadı. aynaya baktı ve yüzünü incelemeye başladı. ''gayet muntazam'' dedi içinden. öyleyse sorun neydi? bakışlarına oturan bu memnuniyetsizlik neydi. gereksiz yere çirkinleştiriyordu yüzünün kıvrımlarını. ''neyse ne! '' dedi kahvaltıya oturdu. annesiyle sohbet ederek tabağını eşelemeye başladı. çocukkende yapardı bunu. hiçbir şey yemeden kalkar ama sanki çok şey yemiş gibi görünmeyi başarırdı. o gün bi çok şeyden konuştular annesiyle. onun önemsemediği ama annesi için haber değeri taşıyan bir çok şey..sürekli kafa sallıyor, annesinin yüz ifadelerine göre ifadelerini değiştiriyor, ara ara gülümsüyordu. o buna saygısızlık yapmadan dinlememek diyordu. böyle bir hakkı vardı! annesinin misafirleri gelecekmiş. bunu duyunca panik oldu. hangi deliğe saklanabilirim diye geçirdi içinden. yatağın altına girip bir daha çıkmamayı istedi. bazı zamanlarda çekilmez bir velet gibi davrandığının farkındaydı. ama değiştirmiyordu, değiştirmek istemiyordu. memnundu kendinden. başkalarının memuniyeti ikinci planda bile değildi. zararsız olduğunu düşünüyordu bunun. öyleydi de. bazı günler uzun yürüyüşlere çıkardı, kulağında kulaklıkları, kilometrelerce kendi içine yürüyen küçük bir kadın! insanların yüzlerini incelerdi. sanki kaybettiği birini arıyormuş gibi. bulamazdı. bulmamalıydı belki de... önyargıya inanırdı. önyargı dediğimiz şeyin bizim ölçülerimizi yansıttığını düşünürdü. herkese belli bi mesafeden yaklaşırdı. soğuk bulduklarını bilirdi ama umrunda da olmazdı. bunu severdi içten içe. en yakınlarıyla bile arasında cam bir duvar vardı. görüyor, konuşuyor, dokunuyor, ama daha fazlasına müsade etmiyordu. herkes içine yabancıydı. kimseyi içine almıyordu. görmelerini istemediği şeyler vardı belki. belki yeniden kırılmak vardı serde... anlatmıyordu da. kimsenin tam olarak hakkında yargıya varamayacağı bir insandı. boşlukları vardı. doldurmuyordu. büyürken toprağı inciten ağaçlar gibi görüyordu insanların fıtratını. en çok annesini inciten ağaçlar... doğanın kanunu diye bişey var işte!
uzaklara gitmek istiyordu. sonsuz bahar ülkesine. gidecekti de. aylardır bunun hazırlığı içindeydi. ansızın pat diye ben gidiyorum diyecekti. açıklaması yoktu. yeni yaşamlara değmek istiyordu. hala acımayan bi kaç yeri kalmıştı. acısın, uyuşsun istiyordu. gittiği yerlerden sevdiği insanlara kart atacaktı. bunu çocukluğundan beri hayal ediyordu. arkasına minik notlar düşülmüş kartlar... gülümsedi ve hayal etmeye, planlamaya devam etti. sanki ölüm hiç yokmuş gibi davranmayı hep severdi. belki de en çok ondan korktuğu için...
yolculuk yakındı. gidecekti...
söylemem lazım
bazı günler diğerlerinden daha tadsız olabilir.
önemseme.
yapman gereken kahveni yudumlayıp zamanı içine çekmektir.
çünkü senden gidecek.
gerçek bir acıyı yaşamadıkça asla bilemezsin ve bilmen gereken şu ki herzaman herşeyin daha kötüsü vardır.
ama daha iyisini elde etmekte yalnızca senin elinde.
modern zamanların boyalı polyannaları olarak yaşamak sana hiçbirşey kazandırmaz.
şükretmek yerinde saymak değildir asla! şükretmek, çabalamak ve olduğun kişiden, sahip olduklarından mutlu olmaktır.
ilerlemek gerekir.
zamanın senden daha hızlı olduğunu kabullenmek yerine poponu kaldırıp zamanla aynı anda haerket edebilirsin.
Tanrı seni fazla önemsiyor, büyüzden varsın ve var olmana değecek birşeyler yapmak zorundasın.
başkaları görsün diye değil kendin yaşadığına inanman lazım!
çünkü heryerde hohladığında buharlanacak camlar olmayabilir ve yaşam buharlı camlardan daha fazlası..
bunu hisset.
insanlara gelince..
olmak istiyorsan yanlarında ol ve yanında olsunlar.
bazen iki el yetmez.
yalnız bi damla gözyaşı yetmez.
sevinç çığlığı tek başınayken atılmaz.
ve en güzel kavga gücünün yettiğiyle yaptığındır, sonu sarılmayla biten..
insanları önemse.
kendini önemse.
Tanrıyı önemse.
yalnızlığı sev!
sevgiler..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)