şekerden ev hayalleri için yaşlandık Şule. ısıtma merkezi sistem olsa bari çağımızdayız. sırtımı tutsun yeleklerine geçmeyi, etek altı çiçekli pijamalar giymeyi de istiyorum elbet. biz ne günler gördük cakası satmak istiyorum torunlarıma. ne dersin, o kadar yaşar mıyız? saçlarımda tek tük ak kızlar peydah olmuş. yalnız hissetmesinler diye daha bir seviyorum diğerlerinden. kalbime bir şey oturuyor bazı geceler, iğne batması gibi. batıyor ama yaşatıyor da. " Allah insana bu günleri aratmasın. " ne zalim bir dua. Allah insana her halini sevdirsin bana kalırsa. en çok düşünce, acıdan gülünce ya da.
ben hiç böyle hayal etmemiştim hayatı Şule. ben hiç böyle olsun istememiştim. elimden tutup çekmeseydi içine, yahut böyle davetkar olmasaydı gelmezdim. kapı önünde seksek oynardım da yine gelmezdim. sobadan tavana ışıklar yansırdı, ben onlardan masallar çizerdim rüyalarıma. çocukken sihirli güçlerim vardı benim. Allah'ım babam gofretle gelsin eve derdim, gelirdi. sonra bir kek çırpımı vakitte büyüyüverdim. Allah kahretsinli öfkelerden geçtim. sesimi yuttuğum günler de oldu, yüzümü aynalarda bulamadığım... kendine dokunamıyor insan bana sorarsan. sade değiyor, dokunmak başka.
iki karış toprağa sokuluyor da insan sığamıyor kendi içine. boyumdan mı bilemedim. burada hayat bildiğin gibi değil Şule. hem güzel gibi hem can sıkıyor, hem şeker gibi hem dil yakıyor. yarın yine ipsiz sapsız bir rüzgarda yüzüme çalınırsın. bakarsın bir masalın eğri burunlu cadısı oluveririz bir gün. umut etmek gerek sonuçta. o zaman voleyi vurduk mu bilmem ama ab-ı hayatı bulduk demektir.
31 Aralık 2013 Salı
12 Aralık 2013 Perşembe
25 Kasım 2013 Pazartesi
Düş'mek
Bizim sizinle hiç aynı tastan çorba içmişliğimiz yok bayım. Çorbada yüzen ekmeğin ufalanmasını seyretmişliğimiz de. Kötü kokulu sebzeler bırakıyorum suya akşamüstleri. Bütün evi ağır bir koku kaplıyor pişmeye doğru. Pencereleri açıyorum, ıslak sokak eve doluyor. Mis kokuyor evin içi. Aceleyle bir kahve yapıyorum kendime. Omzuma şal atıyorum, başıma oyalı yazma... İşte şimdi o kitaplardaki kadınlardan biri oluyorum. -ah bir de omuz silkmeyi öğrensem- Galiba kendimi en çok böyleyken seviyorum. Kimse duymuyor belki ama o sırada bütün evrende " Ey büt-i nev eda " çalıyor. Şal uçuşuyor, ben gülümsüyorum, dünya duruyor olduğu yerde.
Bizim sizinle ortak bir hikayede buluşma ihtimalimiz yok bayım. İtiraf etmek gerekirse bütün ihtimalleri tek tek parçaladım. Şimdiyse aslında hiç yazılmamış bir hikayenin lekesini taşıyorum avuçlarımda. Ben bu dünyanın en korkak gözü karasıyım. Gülmeyin.
Çok şeyi terk ettim buraya gelene kadar. Haykırdığım, ağladığım, kahkahalarla güldüğüm, aşık olduğum...Çok sıkınca ufalanıyor duygular. Geriye isi kalıyor, tozu kalıyor. Yıkıyorsun avuçlarını çıkıyor sonra. Haydi diyorsun, yeni bir hikayeye demir atalım. Ne demir atıyorum, ne uzaktan bakıyorum. Dizlerime kadar girdiğim hikayenin yosunları ayaklarıma değince irkilip kaçıyorum. Sizin kahramanı olduğunuz hikayeler biçiyorum akşam çaylarında, ama ben yokum. Ben o çiçekli elbiseli hikayelere hiç yakışmıyorum bayım. Beni bırakın.
Bizim sizinle ortak bir hikayede buluşma ihtimalimiz yok bayım. İtiraf etmek gerekirse bütün ihtimalleri tek tek parçaladım. Şimdiyse aslında hiç yazılmamış bir hikayenin lekesini taşıyorum avuçlarımda. Ben bu dünyanın en korkak gözü karasıyım. Gülmeyin.
Çok şeyi terk ettim buraya gelene kadar. Haykırdığım, ağladığım, kahkahalarla güldüğüm, aşık olduğum...Çok sıkınca ufalanıyor duygular. Geriye isi kalıyor, tozu kalıyor. Yıkıyorsun avuçlarını çıkıyor sonra. Haydi diyorsun, yeni bir hikayeye demir atalım. Ne demir atıyorum, ne uzaktan bakıyorum. Dizlerime kadar girdiğim hikayenin yosunları ayaklarıma değince irkilip kaçıyorum. Sizin kahramanı olduğunuz hikayeler biçiyorum akşam çaylarında, ama ben yokum. Ben o çiçekli elbiseli hikayelere hiç yakışmıyorum bayım. Beni bırakın.
12 Kasım 2013 Salı
bi ters- bi düz
" yarın yok vazgeç. " üstad böyle başlamış şarkıya. unutmak istediğimiz her şeye bir bir küfretmiş seninin kadifesinde. çöl serabı çocuğum yine canlanıyor içimin sırları dökülmüş aynasında. çamurundan da koy öyleyse, hamurundan da. ben sana abla oldum, kardeş oldum, anne oldum. belki sen uyurken bilmiyordun, seni biraz da ben doğurdum.
halbuki ben bugün içinde gülmeli şeyler olan cümleler kuracaktım. senin dudağının kıyısına bir tebessüm kondurup resmedecektim rüyalarımda. çok güzel gülecektin sen. bahardan daha bahar olacaktın, yağmurdan daha yağmur. içimin kirli paslı yerleri aydınlanacaktı sen güldün mü. ama sen, ama yani ne güzel de uyudun. büyüyemedin ne güzelde. ne güzeldin sen o en derin uykunda bile. halbuki uyansaydın ben sana çay koyacaktım, hatta belki seviyorsun diye kivi soyacaktım. sen uyudun. uyumak tatlı gelmiş olmalıydı ki kıyamadı Allah da.
biz mi? biz dünyanın tozlu raflarında olmayacak duaların aminci çocukları olduk. herkesin içine bir özlem bıraktı Tanrı. ben korkumdan sade Tanrı'yı seçtim. sen yoktun, uyuyordun. bilsen ne çok Tufan'dan geçtim.
hasretle...
halbuki ben bugün içinde gülmeli şeyler olan cümleler kuracaktım. senin dudağının kıyısına bir tebessüm kondurup resmedecektim rüyalarımda. çok güzel gülecektin sen. bahardan daha bahar olacaktın, yağmurdan daha yağmur. içimin kirli paslı yerleri aydınlanacaktı sen güldün mü. ama sen, ama yani ne güzel de uyudun. büyüyemedin ne güzelde. ne güzeldin sen o en derin uykunda bile. halbuki uyansaydın ben sana çay koyacaktım, hatta belki seviyorsun diye kivi soyacaktım. sen uyudun. uyumak tatlı gelmiş olmalıydı ki kıyamadı Allah da.
biz mi? biz dünyanın tozlu raflarında olmayacak duaların aminci çocukları olduk. herkesin içine bir özlem bıraktı Tanrı. ben korkumdan sade Tanrı'yı seçtim. sen yoktun, uyuyordun. bilsen ne çok Tufan'dan geçtim.
hasretle...
28 Ekim 2013 Pazartesi
güneşli yarınlarınızdan, çocukluk anılarınızdan öperim
bugün çiçekli bir gömlek aldım sırtıma ucuzluktan. çay içip sohbet ettim, kahve içip sustum sonra. peçetelere mürekkep sildim içinde şiirler olan. yüzümün akında yüzün de kalmamış artık. bak, aynalar şahidim. korkularda sürünmüyorum artık yakalarıma. kuru bir çiçek iğneliyorum, sonra iğneler batıyor avuçlarıma. hokkam kana bulanıyor. acımıyor ama.
tırnaklarımı yemeye de başlamıştım bir ara, ama bıraktım şimdi. bak ellerim ne güzel! saçlarımı uzatıyorum yağız atlar gibi. bilmediğim bir çocuğun gülümseyişinde taranmak istiyor saçlarım. yoksa kafamdaki üç beş tel neye yarar? neye yarar benden gayrısına kilit vurduğum sırmalar?
galiba umutluyum.
ama!
bugün yine komşu ilinde - ki ıraktır bana yolu- insanlar öldü ecelsiz. içimde süt dolu bir cezve taştı, cız etti sonra. içim bir yerlerden olur olmaz aşağı aktı. sonra... sonra bir şiirden bir dörtlük peydah oldu geceye;
" siz çok mu hak ettiniz kendi şehrinizi?
karanlıkta yıldızlar kadar Irak.
ben şunu bilirim:
sivillerde birbirini vurdu susarak. "
bak işte ölmüşüz bile. o zaman sıva kollarını, üzerime toprak at.
tırnaklarımı yemeye de başlamıştım bir ara, ama bıraktım şimdi. bak ellerim ne güzel! saçlarımı uzatıyorum yağız atlar gibi. bilmediğim bir çocuğun gülümseyişinde taranmak istiyor saçlarım. yoksa kafamdaki üç beş tel neye yarar? neye yarar benden gayrısına kilit vurduğum sırmalar?
galiba umutluyum.
ama!
bugün yine komşu ilinde - ki ıraktır bana yolu- insanlar öldü ecelsiz. içimde süt dolu bir cezve taştı, cız etti sonra. içim bir yerlerden olur olmaz aşağı aktı. sonra... sonra bir şiirden bir dörtlük peydah oldu geceye;
" siz çok mu hak ettiniz kendi şehrinizi?
karanlıkta yıldızlar kadar Irak.
ben şunu bilirim:
sivillerde birbirini vurdu susarak. "
bak işte ölmüşüz bile. o zaman sıva kollarını, üzerime toprak at.
21 Ekim 2013 Pazartesi
11 Ekim 2013 Cuma
sevinmek yaşı
kafferengi atlar koşuyor rüyalarımda. gülme. küçükken kahve diyemezdim ben. dişlek çocukluğum bi harfi dişlemekten acizdi. camlara burnumuzu dayardık sulu kar yağdığında. beş taş oynardık sonra ve yerdik fırçayı ananemden " evin bereketi kaçar, taş sokmayın şu eve" derdi. haklıydı belki. baksana, şimdilerde taş evlerde bereketsiz hayatlar yaşıyoruz. suçu taşlara atıp kolaya kaçıyoruz. sus un kurabiyesi, sus!
bazen durup durup çocukluğumu özlüyorum. sobaya bırakılmış portakal kabuklarını düşlerken en çok. el örgüsü hırkaların içinde burnumuzu çeke çeke geçirdiğimiz kışlarımız, pişmesini bekleyemeden sobadan çaldığımız kestanelerimiz vardı. çarptığımız duvarları azarlayan gepegenç annemiz... binemediğimiz bisikletlerin ardından attığımız haşin bakışlarımız vardı. benim çocukluğumun neredeyse yarısı babamı işten gelmesini beklemekle geçti. sokağın başında babamı görünce koşmak isterdim şuursuzca ama koşamadım işte. sonra yürümeye, koşmaya ve düşmeye başladım. dizlerime yapışan yara izlerimin çoğu hep babama varmak için oldu. şimdi öyle memnunum ki o bir kaç parça yara izinden. bir de geceleri sobadan tavana yansıyan kızıl canavarlarım vardı. " Allah'ım beni taş gibi yatır, kuş gibi kaldır" dualarım. sonra bir kuşumuz oldu ve öğrendim ki kuşlarda uyurmuş. bizim dua düpedüz uydurukmuş.
şimdi ne zaman hüngür şakır bir hüzne gark olsam, bu dumanlı şehrin unutulmuş bi sokağına dalar çocuklara bakarım. hala aynı kalan şeyleri görünce " uzaklaşmamış çok " deyip sevinirim.
" sevinmek nedense hep yedi yaşında".
15 Eylül 2013 Pazar
su ( s/ç )
bütün susmalar şahidim benim. susmak dediğiniz ölüm halinin her türlüsünü bilirim. ilmek ilmek dokunmuş acılarım yok. henüz o kadar büyümedim. büyüyorum ya ama, her adımda az daha acı sızıyor tabanlarıma.
büyük tufanlardan geçmedim, büyük dehlizlerde sevdiklerimi kurban vermedim diye suçluyum. bunca acı varken dünyada anlamıyorsam eğer suçluyum. aç kalmayı bilmediğim için, kursağımdan geçen her sıcak lokma kadar suçluyum. suçumu itiraf edince erdem kapıları da açılmıyor ardına kadar. kendi kendimle iki kelam ettikten sonra tekrar hayatın fırçalanmış tarafındaki yaşantıma devam ettiğim için suçluyum.
bazen diyorum ki suç olsam keşke. en azından bir duruşu olurdu suçluluğumun. yoksa bu eylemsizlik beni yıkacak. dalgaya dokunan kumdan kaleler gibi yıkılacağım. yıkıldığım kumsala ayak izleri boyanacak sonra. sonra yeni bir dalga... sonra sonbahar gelecek - en sevgilim- ben sanki o dalgayı hiç yememiş gibi yürüyeceğim kuytu bir kentin dar sokaklarında. ellerim ceplerimde olacak, kafam gökyüzünde. çok şeyi anlamak bile istemeyeceğim. mesela buzuki ile bazuka kelimelerinin bu kadar benzer olmasını anlamayacağım. biri çalarken çiçekler açacak çocukların yüzünde, biri patlarsa "bam!". yaşama dair her şey ölecek o zaman. ama yine anlamayacak bizim bulaşık ağızlı siyasi komşular. sevgisiz büyümüş olacak, yazık.halbuki bir tek kişinin bile öldürüldüğü yerde çiçekler açmaz, buzukiler susar ve çocuklar evlerine çekilip pencereden izler gözü yaşlı baharı.
içimde bi yer var, susmuyor. susmasın. sizde susmayın.
sevgiler.
büyük tufanlardan geçmedim, büyük dehlizlerde sevdiklerimi kurban vermedim diye suçluyum. bunca acı varken dünyada anlamıyorsam eğer suçluyum. aç kalmayı bilmediğim için, kursağımdan geçen her sıcak lokma kadar suçluyum. suçumu itiraf edince erdem kapıları da açılmıyor ardına kadar. kendi kendimle iki kelam ettikten sonra tekrar hayatın fırçalanmış tarafındaki yaşantıma devam ettiğim için suçluyum.
bazen diyorum ki suç olsam keşke. en azından bir duruşu olurdu suçluluğumun. yoksa bu eylemsizlik beni yıkacak. dalgaya dokunan kumdan kaleler gibi yıkılacağım. yıkıldığım kumsala ayak izleri boyanacak sonra. sonra yeni bir dalga... sonra sonbahar gelecek - en sevgilim- ben sanki o dalgayı hiç yememiş gibi yürüyeceğim kuytu bir kentin dar sokaklarında. ellerim ceplerimde olacak, kafam gökyüzünde. çok şeyi anlamak bile istemeyeceğim. mesela buzuki ile bazuka kelimelerinin bu kadar benzer olmasını anlamayacağım. biri çalarken çiçekler açacak çocukların yüzünde, biri patlarsa "bam!". yaşama dair her şey ölecek o zaman. ama yine anlamayacak bizim bulaşık ağızlı siyasi komşular. sevgisiz büyümüş olacak, yazık.halbuki bir tek kişinin bile öldürüldüğü yerde çiçekler açmaz, buzukiler susar ve çocuklar evlerine çekilip pencereden izler gözü yaşlı baharı.
içimde bi yer var, susmuyor. susmasın. sizde susmayın.
sevgiler.
5 Eylül 2013 Perşembe
Mevsimime Değmeyin
sizi bilmem ama bize sonbahar geldi. hatta biraz kışa öykünmüş olacak ki o güzel şiirlerde adı geçen o sünük ince hırkaları pas geçip direk olarak hepimize kabanlar, montlar, gocuklar giydirdi. galiba gelinlik kızlar gibi naza çekiyor kendini. tamam mevsim, üzülme! ben seni böyle de çok seviyorum. bak mesela ben sana bu satırları yazarken fonda Hozan Beşir Mamak'ın sonbaharından bahis açıyor. Samsun asfaltını da gördük dünya gözüyle. neyse, neyse o başka bir mesele.
çay ve kahve yönünden de zengin bir mevsim sonbahar. zaten halinde de üstüne çay dökülmüş hissi var. hem puslu hem sepya bir fotoğrafa bakıyorum balkona ne zaman çıksam. annesinden gizli dondurma yiyen ve sırf bu yüzden çabuk çabuk yiyen çocuklar görüyorum. evet devir değişiyor belki ama hala bisiklet tepesinde sümüğünü koluna silen çocuklar bu evrenin bir yerlerinde düz yolda ellerini bırakıp caka satıyor. çocukları seviyorum, uzaktan.
ruhumda derin olmayan çizikler var. bu bahar iyileşecek biliyorum. evlat edindiğim ölü kelebeğim cam muhafazasından sıkıldı, toprağına sarılacak bu bahar. hele bir ağaçlarda yüzünü dökmeye başlasın, posta kutularında dostlarımın mektuplar açacak çiçekler gibi. öbürlerini pek tanımasam da biliyorum, mevsimlerin de ruhu var.
çay ve kahve yönünden de zengin bir mevsim sonbahar. zaten halinde de üstüne çay dökülmüş hissi var. hem puslu hem sepya bir fotoğrafa bakıyorum balkona ne zaman çıksam. annesinden gizli dondurma yiyen ve sırf bu yüzden çabuk çabuk yiyen çocuklar görüyorum. evet devir değişiyor belki ama hala bisiklet tepesinde sümüğünü koluna silen çocuklar bu evrenin bir yerlerinde düz yolda ellerini bırakıp caka satıyor. çocukları seviyorum, uzaktan.
ruhumda derin olmayan çizikler var. bu bahar iyileşecek biliyorum. evlat edindiğim ölü kelebeğim cam muhafazasından sıkıldı, toprağına sarılacak bu bahar. hele bir ağaçlarda yüzünü dökmeye başlasın, posta kutularında dostlarımın mektuplar açacak çiçekler gibi. öbürlerini pek tanımasam da biliyorum, mevsimlerin de ruhu var.
12 Ağustos 2013 Pazartesi
bazı fotoğraflardan gözler kazınmalı
yüreğim yine ateşten alınıp soğumaya bırakılan tencereler gibi. dibim tutuk, içim yanık, yakam bile sökük baksan. kat kat giyinilmiş bir çıplaklığın kime ne faydası olur ki? olmuyor işte. ne zaman hayatın boğucu koridorlarından sıkılıp " her şey bombok "lu tükürüklerimi salgılasam dönüp tek bir fotoğrafa öylece bakakalırım. çöl serabı bir çocuğun gülümseyişinde ve gözlerinde kaybettiğim her şey, puflayan soba dumanı gibi etrafa yayılır. ölüm kelimesinin ötesine berisine sokuşturduğunuz ego tatminleriniz, törenleriniz ve hatta karanfilleriniz batsın!
görüyor musun çamurlu su telvesi, sahibi olamadığın bir acın var. ve kimsenin anlamlandıramadığı... elimde olsa bütün fotoğraflardan gözlerini kazırdım çocuk. çünkü ben en çok senin gözlerine bakarken kimsesizmiş gibi, çıplakmış gibi kalıyorum. kalakalıyorum.
yum gözlerini çocuk! az daha bakacak olursan bu ikimizi de yıldırır. ve yılmak ölümden daha acılı bir şarkı. bunu en iyi bilenlerden biri de sen değil misin?
öylesin.
öylesin.
7 Ağustos 2013 Çarşamba
24 Haziran 2013 Pazartesi
çok hayalli hikaye
" önümde karanlık bir yol, benimle yürür müsün? " ben yanında biraz aptallaşırım. ya da belki çok. sonra hırçınlaşırım ters akan nehirler gibi. düğümlerim var, lütfen çöz.
saçlarımı bile uzatırım istersen. örüp yana alırım. çiçeklere öykünür bahar boyalı entariler giyerim. bisiklete bineriz beraber. sonra koşa koşa uçurtmalar salarız göğün yüzüne. benim hali hazırda göklere dokunmuş uçurtmalar uçurmuşluğum yok.
eksik yanlarımızı sileriz steril bezlerle.
bazen dayanamayıp eşelemeye başlarım topraklarını. sen tırnak kontrolleri yapar sınıfta bırakırsın beni. dersin ki "tırnakların kirli! ". "kir değil onlar senin hamurunun zerreleri"
bazen sıkılırız birbirimizden. ben şemsiyesiz yağmurlara çıkarım. boyum gereği şemsiyeler benim ellerimde tehlikeli. sen bi hikayenin içine gömersin kafanı. sonra çay içesin gelir, beni özlersin.
sen evinde pineklemek istersin bazı günler. ben huzurunu ortadan ikiye bölen ince telli sesimle pencereni taşlarım. " bak!" derim, " hayat kısa, kuşlar uçuyor " sen inanırsın hemende. hani şu şiirde geçen " kandırılmaya gönüllü bir gönülle..." 20 liralık saatle 4000 dolarlık saatin aynı zamanı gösterdiği, ayrıcalıksız bir dünyanın içinde kandırmacalara dahil oluruz. künefe yeriz belki. ben çok severim de.
bazen sırt sırta verir yalnızca önümüzdeki ikinci kalite hamur kağıtlarda yazılanlara gömülür gideriz. çıt çıkmaz. kahramanlara aşık oluruz gizli gizli. ama sırtımda sırtının garantisi... sonra bazen tv'de eski bi film denk gelir şansımıza. bir paket ay çekirdeğini boca ederiz gastenin magazin sayfasına. kim daha hızlı diye yarıştırırız dişlerimizin üstünlük mücadelesini. yenilene çay servisi yaptırırız. of demeyi yasaklarız yazıya geçirmediğimiz yasaklar listesinde.
sen sigaralar tellendirirsin arka arkaya bazen. ben saçlarım kokar kibarı değilim. iki kahve yapar pasifliğimden memnuniyet duyarım. sen içerken bana sigaranın kötü yanlarını sıralarsın herkesleşerek. bildiğim şeyleri kırılma diye dinlerim can kulağıyla. ama bazen kırıcı olabilirim. ayşeciğin o filmde fırlattığı vazo misali döküp saçabilirim. seni incitip yaralayabilirim hatta. sonra bir pişkinlik çöker omuzlarıma " toyluğuma ver. " derim.
bazı günler senden kaçabilirim. ama uzak mesafelere gitmem, korkma. az beklersen kuyruğumu kıstırıp dönerim. gelirken de şekerler, lokumlar getiririm ceplerimde. aklım küskünlük tutmaz benim. bi de bakarsın ki yüzsüz kediler gibi bağrına kıvrılıvermişim.
yine uydurdum çok hayalli hikayemi.
kendi yazdığım yanılsamalardan koru beni Allah'ım.
23 Haziran 2013 Pazar
21 Haziran 2013 Cuma
nasıl toparlasam da söylesem diyorum. galiba bilmiyorum.
kendimi fırlatıp atmak istediğim evcil tepelerim oldu benim. içi renkli cam misketlerde çocukluğumu aradım. güzel ruhlar gördüm, tanıdım, tattım hatta ucundan kıyısından. pudra şekerli lokumdu kimi, kimi dudak kabartan tuzlu çiğdem sertliği. şiir olmuş, şair olmuş kadınlar bildim. bunca kadından çok daha güzeldi kızaran yanakları. şiir olmuş, şair olmuş adamlar bildim sonra. kılıksız bir yalnızlığın ortasında parlayan bir bıçak gibi. besbelliydi yüreğiyle bilemiş kendini.
sizin hiç bilmeyeceğiniz ninniler uydurdum. duyurmaya kıyamadım. hem sesim kötü biraz. geceye inme gibi inmeye lüzum yoktu. inmedim gecenize, geceniz aydın olsun.
önünüze çıkmayacağım hiç. arkanıza saklanmak daha kolay. hem benim lapacı ağzıma kalsa kocamansınız ya, beni orada kimsecikler bulamaz. ben galiba biraz da bulunmamayı istiyorum. kibrim var! kimsenin eliyle koyduğu ilaç şişesi değilim. hem çocukların ulaşamayacağı raflardan düşme korkum var. zira hep düşüp dağıldı yüksek yerlere itinayla kaldırdığım insanlar. bazılarını da ben çaldım yere, cahildim dünyalık hışmıma kandım. sonra çok yandım ama, evcil bir cehennem oldurdum kendime. çok yandım.
lütfen, siz siz olun sizden olmayanı da anlayan olun. siz gibi değil isek biraz biz olun. çok şey değil aslında, yüreğiniz varsa madem yürekten olun.
birlikler ve dirlikler diliyorum.
sizin hiç bilmeyeceğiniz ninniler uydurdum. duyurmaya kıyamadım. hem sesim kötü biraz. geceye inme gibi inmeye lüzum yoktu. inmedim gecenize, geceniz aydın olsun.
önünüze çıkmayacağım hiç. arkanıza saklanmak daha kolay. hem benim lapacı ağzıma kalsa kocamansınız ya, beni orada kimsecikler bulamaz. ben galiba biraz da bulunmamayı istiyorum. kibrim var! kimsenin eliyle koyduğu ilaç şişesi değilim. hem çocukların ulaşamayacağı raflardan düşme korkum var. zira hep düşüp dağıldı yüksek yerlere itinayla kaldırdığım insanlar. bazılarını da ben çaldım yere, cahildim dünyalık hışmıma kandım. sonra çok yandım ama, evcil bir cehennem oldurdum kendime. çok yandım.
lütfen, siz siz olun sizden olmayanı da anlayan olun. siz gibi değil isek biraz biz olun. çok şey değil aslında, yüreğiniz varsa madem yürekten olun.
birlikler ve dirlikler diliyorum.
6 Mayıs 2013 Pazartesi
yoğurt olan sütler, dilekler ve hıdırellez
hıdırellezin hayatımdaki rolü büyük. o birazda ananem demek sanırım. hatırlıyorum küçükken ananem süt kaynatıp tezgaha koyar, üzerine dualar ederdi ve sabah bi kalkardık ki süt yoğurt olmuş. sonra da "Hızır geçti. bu yıl bereket olacak" diye sevinirlerdi. ben yüzünü görmediğim bi Hızır'ın evimize uğramasından hoşnut olmaz, sihirli güçleri olan görünmez bi adam olduğunu düşünüp korkar ve bütün gün battaniyenin altından çıkmazdım. battaniye koruyucu pelerinimdi galiba. çocuk aklı işte. o yoğurdu tezgahta görünce bütün tüylerim Arap atı gibi şaha kalkardı ve Hızır bizim eve gelmesin isterdim. her yıl olmasa da çoğunlukla gelirdi. o diken üstündeki bekleyişlerimi unutamıyorum.
annemler de genç kızlıklarında dilek yazarmış. bu yıl nerden geldi bilmiyorum bende de dilek yazma isteği belirdi. hatta bir ön çalışma mahiyetinde de diyebiliriz, yanlışlıkla 21 Mart'ta dileğimi gömdüm. bilmediğin şeye eğreti duruyorsun işte. biraz da '' balık bilmezse Halik bilir'' durumu oldu. az önce dileğimi gömmüş olmanın haklı gururuyla girdim eve. ne duasından ne de diğer ritüellerden haberdarım. umarım amatör duruşumun bi artısı olur bu konuda. :) dilek konusunda yaşadığım dumur da cabası tabi. uğraştım ama bi türlü kendimi çizgilerle ifade edemedim. sonra bir de Dücane Cündioğlu'nun " Dualarımı Kabul Etmemesinden Bildim Ben Onu " yazısı olaya tuz biber oldu.
bizim Allah'la aramızda tuhaf bi frekans var. ben şansla arası iyi olan insanlardan değilim. aksilikler gölgem gibi peşimden gelir hep. ben bir şeyleri olsun isterim, O vermez. ya da kıymet bilmez olmayayım diye biraz sürükler rüzgarlarında. buna öyle alıştım ki bir gün hayatımda bir şey pat diye olursa kendimi sorgulamaya başlarım herhalde " ben nerede yanlış yaptım?" diye. diyorum ya bizim frekansımız çok acayip.
dileğimi yazarken başta bencil çizgilerimden bahsettim, sonra Cündioğlu'ndan ve kendimden. sonra da bu dileği kendim için dilemenin hem Allah'a saygısızlık olacağını hem de frekansımıza ihanet olacağını düşünerek içinde benim olmadığım ama içinde benden şeylerin olduğu bi dilek yazdım. ha isteklerin yalnızca Allah'tan olması gerektiğini elbette biliyorum. aracısız olması gerektiğini de tabi. ama bu biraz istisnai ve değişik bir durum. ister efsane deyin, ister batıl inanç. insan bir şeylerle törpülenmek istiyor işte. gece vakti bir gülün kokusunu burnuma çekmenin huzurunu da ayrıca not almanızı isterim.
Sevgili Hızır ve İlyas Aleyhisselam'a verimli bir gece diliyorum. hepimize sevgiler.
annemler de genç kızlıklarında dilek yazarmış. bu yıl nerden geldi bilmiyorum bende de dilek yazma isteği belirdi. hatta bir ön çalışma mahiyetinde de diyebiliriz, yanlışlıkla 21 Mart'ta dileğimi gömdüm. bilmediğin şeye eğreti duruyorsun işte. biraz da '' balık bilmezse Halik bilir'' durumu oldu. az önce dileğimi gömmüş olmanın haklı gururuyla girdim eve. ne duasından ne de diğer ritüellerden haberdarım. umarım amatör duruşumun bi artısı olur bu konuda. :) dilek konusunda yaşadığım dumur da cabası tabi. uğraştım ama bi türlü kendimi çizgilerle ifade edemedim. sonra bir de Dücane Cündioğlu'nun " Dualarımı Kabul Etmemesinden Bildim Ben Onu " yazısı olaya tuz biber oldu.
bizim Allah'la aramızda tuhaf bi frekans var. ben şansla arası iyi olan insanlardan değilim. aksilikler gölgem gibi peşimden gelir hep. ben bir şeyleri olsun isterim, O vermez. ya da kıymet bilmez olmayayım diye biraz sürükler rüzgarlarında. buna öyle alıştım ki bir gün hayatımda bir şey pat diye olursa kendimi sorgulamaya başlarım herhalde " ben nerede yanlış yaptım?" diye. diyorum ya bizim frekansımız çok acayip.
dileğimi yazarken başta bencil çizgilerimden bahsettim, sonra Cündioğlu'ndan ve kendimden. sonra da bu dileği kendim için dilemenin hem Allah'a saygısızlık olacağını hem de frekansımıza ihanet olacağını düşünerek içinde benim olmadığım ama içinde benden şeylerin olduğu bi dilek yazdım. ha isteklerin yalnızca Allah'tan olması gerektiğini elbette biliyorum. aracısız olması gerektiğini de tabi. ama bu biraz istisnai ve değişik bir durum. ister efsane deyin, ister batıl inanç. insan bir şeylerle törpülenmek istiyor işte. gece vakti bir gülün kokusunu burnuma çekmenin huzurunu da ayrıca not almanızı isterim.
Sevgili Hızır ve İlyas Aleyhisselam'a verimli bir gece diliyorum. hepimize sevgiler.
30 Nisan 2013 Salı
aşk masaldı bi vakit, iki tabutta gitti
Sadri Alışık, alışık olmadığımız bi dünyanın adamı. Hem her devrin hem her devirde bi önceki devrin adamı. Hani aşk diyorsunuz ya Sadri Alışık toprağı sevdi azizem, tıpkı Süreya gibi. Sadri Alışık'la oturup konuşan, gülümseyişine tesadüf eden hatta yanlışlıkla yolda, vapurda, orda burda kendisiyle çarpışan herkeste bir küçük ahım olsun. Haklıymışsın efendim, anası babası belli olmayan kozmopolit maskaralara dönüştük yokken sen.
Ve İstanbul kederli her zamankinden. '' Ahh Güzel Sadri, hasretim kadeh tokuşturmalarına. '' diyor. Besbelli aşkın başka türlüsünü bilmiyor o da.
29 Nisan 2013 Pazartesi
Ömrümün beyaz saçlı gelini...
saat ilerleyince üşümeye başlayıp ananemden kalan hırkayı üzerime geçirdim. sabahki öfkeli halim peydah oldu birden yine. temizlemesi kolay olsun diye her yeri muşambayla kaplanan o eski evi temizlerken '' ananem öleli 4 yıl oldu bu muşambalar hala eskimedi '' diye söylenmiştim, kahırlı. şimdi yine bu hırkaya baktıkça ben beni bildim bileli kullandığı ilaçlar yüzünden kendi kokusunu hiç duyamadığım ananem oturdu ruhumun gölgesine. susup serinlemesini bekledim bi süre. sonra sımsıkı sarılmak istedim, yapamadım. dallarım esnek değildi eskisi gibi. 4 sene yaşlanmak için az bi zaman sayılmaz. yinede ışıltısız, fiyakasız ama gencim. sen görmedin ışıltımın sinsice kayboluşunu. bi sabah uyandığımda yatağın sağ tarafını çoktan terk etmişti. hem bir not bile bırakmadan. iki çift kelamı hak etmemiş miydim bilinmez. sağlık olsundu ama. geçen zaman olmayana olsundu demeyi öğretti. nakış nakış işledi tenime kanaat etmeyi. çekirgenin sıçrayışları tükendi. aşamadığım tepelerin sırtına sırtımı verdim. çok ağladım ben sen yokken. çok güldüm sonra ve önce. çokluğun inceden yürüdüğü azalmayla burun buruna geldim. dua ettim, isyan ettim, emanet canıma binbir zulüm ettim. hiçbir papatyayla konuşmadım sen diye. çiçeklere anlatılacak derdim yok benim! efelendim, kibirlendim, estim, gürledim derken ufalanmaya başladım. şimdi ufalmış ama taneli halimle her rüzgara kanıp savruluyorum. yön duygum oldum olası yok. yanlış aşkların peşi sıra yazdığım hikayeler şahidim. çok şey öğrendim sen yokken. çoğunda biraz ben, biraz sen, biraz evren.
sükunetle özleniyorsun.
toprağı iyi ısıt ki geldiğimizde üşümeyelim.
sükunetle özleniyorsun.
toprağı iyi ısıt ki geldiğimizde üşümeyelim.
başlarken
yeni kahkahalara dolu yol alırken camdan fırlatıp attığım her şeyin ardı sıra el sallıyorum. beynimin yımış yımış kıvrımlarındaki hopidik hopidik sıçramalarınıza teşekkür ediyor ve sırt çantalı madonna'yı da seveceğinizi umuyorum. o sizi sevecek, beklentisiz hem.
27 Mart 2013 Çarşamba
''işte ben öyle bir hal içindeyim''
kanatlı kuyruklu bir şeyler karalama isteği beliriverdi içimde. güne kaptanın simit kokan elleriyle başlamak iyi geldi bünyeye. kentselleşen şehrin göğsünde kocaman bir çiçek açtı sanki. bugün kepçeler, dozerler bile güzel.
güvercinlerle simit yedik karşılıklı oturup. açtım yine afili filintalar'ı. yine geriye dönüp lokumları okudum bir bir. kelini öpeceğim ey adam! ne güzel yazıyorsun ve ne güzel kısılıyor gözlerim gülerken. insan kırışacaksa da gülmekten olmalı bu. kırışık kremleri bok yesin.
bugün öyle bir tuhafım işte. sanki sırtımı az kaşısam kanatlarım çıkacak, uçuvereceğim bulutlardan yukarı. öyle bir uçacağım ki hem Tanrı'ya dokunacak ellerim. gerçi soracaksın '' zaten hep yanında değil mi? '' diye. öyle elbet ama hep O iniyor buralara, azıcıkta iade-i ziyaret gerekmez mi? giderken lokum da götüreceğim, gül kokacak bulutlar. pudra şekeri olacak göğün yüzü. şeker tozlu yanağından öpeceğim bende. çünkü Picasso dedi, hayal edersen gerçek.
sen yeter ki hayal et.
güvercinlerle simit yedik karşılıklı oturup. açtım yine afili filintalar'ı. yine geriye dönüp lokumları okudum bir bir. kelini öpeceğim ey adam! ne güzel yazıyorsun ve ne güzel kısılıyor gözlerim gülerken. insan kırışacaksa da gülmekten olmalı bu. kırışık kremleri bok yesin.
bugün öyle bir tuhafım işte. sanki sırtımı az kaşısam kanatlarım çıkacak, uçuvereceğim bulutlardan yukarı. öyle bir uçacağım ki hem Tanrı'ya dokunacak ellerim. gerçi soracaksın '' zaten hep yanında değil mi? '' diye. öyle elbet ama hep O iniyor buralara, azıcıkta iade-i ziyaret gerekmez mi? giderken lokum da götüreceğim, gül kokacak bulutlar. pudra şekeri olacak göğün yüzü. şeker tozlu yanağından öpeceğim bende. çünkü Picasso dedi, hayal edersen gerçek.
sen yeter ki hayal et.
28 Şubat 2013 Perşembe
24 Şubat 2013 Pazar
gözünü yum. ağzını aç.
bazen öyle obur cümleler kuruyorum ki boğazımda esmer bi yumrukla uyuyorum. huzursuz. cenazeler, nikahlar, sünnetler için hazırlanan bantlı karanfillerden buketler yapıyorum. çirkinim. hani diyorum bunca araba süsü -tercihen toros (gelenekciyim, çiğim)- cümleyi yan yana dizene kadar "ben" deseydim, "karar verdim" deseydim. olmadı. zoru uzaktan sevip kolaya kaçtım. görmeden, duymadan, dokunmadan da olur bazen bazı şey-ler. oldu. olsundu.
23.02.2013
20 Şubat 2013 Çarşamba
Delisin.
''Kime sorsam dönüşüm yok
Nereye gitsem mavi
Yelkenimde deli rüzgâr
Her yanım tuz, deliyim''
buçuktan kırkbeş
gün öğle saatleriyle dudak dudağa. ben hala ayılamamış bir halde gözlerimi ovuştura ovuştura evin içinde geziniyorum. çıplak ayaklarım soğuk zemine değince irkildim bi an. '' aha bak yaşıyorum'' dedim. irkilmek yaşamak ya! bomboş yaşıyorum. suya bırakılmış çiçek yaşarlığı...
bir elim klavyede, öteki çay fincanıyla sarmaş dolaş bir aşk yaşıyor. gözlerim burada gibi ama değil de. kulaklarım hep aynı Ezgi'de, günü gününe. ben bir şey yaptım. yalanlı bir şey. kangren olmuş parçamı kestim. hiçliğimi benlikten kurtardım. kararsızlıktan yeğ olan karar...
eksiğiyle fazlasıyla kırkdörtbuçuktan kırkbeş bir hayatın içindeyim. bir noktanın nelere kadir olduğunu kompozisyon sınavlarından beri bilirim. iyisiyle kötüsüyle çok yazılıp az yaşanmış bir hikayeye nokta olmuş bir mürekkep damlacığının hikayesini belki bir gün uzun uzun anlatabilirim.
Hak mıyım yoksa hakka giren mi bilemedim ama '' Hak'tan gayrı değilim''
bir elim klavyede, öteki çay fincanıyla sarmaş dolaş bir aşk yaşıyor. gözlerim burada gibi ama değil de. kulaklarım hep aynı Ezgi'de, günü gününe. ben bir şey yaptım. yalanlı bir şey. kangren olmuş parçamı kestim. hiçliğimi benlikten kurtardım. kararsızlıktan yeğ olan karar...
eksiğiyle fazlasıyla kırkdörtbuçuktan kırkbeş bir hayatın içindeyim. bir noktanın nelere kadir olduğunu kompozisyon sınavlarından beri bilirim. iyisiyle kötüsüyle çok yazılıp az yaşanmış bir hikayeye nokta olmuş bir mürekkep damlacığının hikayesini belki bir gün uzun uzun anlatabilirim.
Hak mıyım yoksa hakka giren mi bilemedim ama '' Hak'tan gayrı değilim''
15 Şubat 2013 Cuma
çocukluğum uzak değil çok
aklımda ilk hayali arkadaşım Fadiş var bugün. benden önce kurulmuş bir hayalin parçası.
99 yılıydı. ağustos depreminden sonra hırsını alamayan toprak bir kez daha çatladı en orta yerinden. küçük şehrin verilmiş sadakası var mıydı bilmem ama yalçın, yılmaz bir dağı vardı.
öyle uzun uzadıya depremi anlatmayacağım. Bolu'da herkesin bir köyü vardır. bu yüzden köyü olmayan insanlar bana hep tuhaf gelmiştir. uzaylı muamelesinde üstüme yok. neyse efendim bizde her Bolulu gibi deprem gecesi köyün yolunu tuttuk. traktör römorklarında, arabalarda, ateşlerin başında uyuduk uyandık. yardım anlayışı şimdiki gibi değil. kamyonlarla eşyalar geliyor ve damperleri kaldırıp köylerin belli meydanlarına yığıyorlar. unicef'le tanışmamız kepekli bisküvileriyle oldu o yıl. bir gün yardımların içinden kitaplar çıktı. benim şansıma da Fadiş. saçma gelecek ama hayatımın en dolu dolu yaşanmış zamanlarının içinde yer alır o kasım ayı. radyodan başka teknoloji adına bir şeyimizin olmadığı kısa bir dönem geçirdik. en büyük eğlencemiz çekirdek çitleyip tonton dedelerin askerlik anılarını dinlemekti. ''yapacak bir şey yok bari kitap okuyayım'' diyerek elime aldığım Fadiş'i kısa zaman sonra o kadar benimsedim ki gece yattığım yerde o da uyusun diye yer açıyordum. gizli gizli konuşuyor, başına gelen acıklı olaylara gizli gizli ağlıyordum. ikinci el kıyafetler giyiyordu o fakirlikten, bize ise deprem yardımı kullanılmış giysiler geliyordu. benziyorduk sanki. yani o da benim gibi sayılırdı ucundan kıyısından. ilk romanımdı Fadiş. karton kapaklıydı üstelik, çok sevmiştim. ve şimdi hala kayıp, kopuk sayfalarına rağmen saklıyorum. ileride kısmet olur da anne olursam çocuklarımı da Gülten Dayıoğlu'nun kitaplarıyla büyüteceğim.
demem o ki afet bölgelerine yardım gönderirken içine kitaplar ve oyuncaklarda koyun. belki bir çocukluk anısında parmak izleriniz olur. sevap mıdır bilmem ama iyiliktir bu. güzeldir hem.
99 yılıydı. ağustos depreminden sonra hırsını alamayan toprak bir kez daha çatladı en orta yerinden. küçük şehrin verilmiş sadakası var mıydı bilmem ama yalçın, yılmaz bir dağı vardı.
öyle uzun uzadıya depremi anlatmayacağım. Bolu'da herkesin bir köyü vardır. bu yüzden köyü olmayan insanlar bana hep tuhaf gelmiştir. uzaylı muamelesinde üstüme yok. neyse efendim bizde her Bolulu gibi deprem gecesi köyün yolunu tuttuk. traktör römorklarında, arabalarda, ateşlerin başında uyuduk uyandık. yardım anlayışı şimdiki gibi değil. kamyonlarla eşyalar geliyor ve damperleri kaldırıp köylerin belli meydanlarına yığıyorlar. unicef'le tanışmamız kepekli bisküvileriyle oldu o yıl. bir gün yardımların içinden kitaplar çıktı. benim şansıma da Fadiş. saçma gelecek ama hayatımın en dolu dolu yaşanmış zamanlarının içinde yer alır o kasım ayı. radyodan başka teknoloji adına bir şeyimizin olmadığı kısa bir dönem geçirdik. en büyük eğlencemiz çekirdek çitleyip tonton dedelerin askerlik anılarını dinlemekti. ''yapacak bir şey yok bari kitap okuyayım'' diyerek elime aldığım Fadiş'i kısa zaman sonra o kadar benimsedim ki gece yattığım yerde o da uyusun diye yer açıyordum. gizli gizli konuşuyor, başına gelen acıklı olaylara gizli gizli ağlıyordum. ikinci el kıyafetler giyiyordu o fakirlikten, bize ise deprem yardımı kullanılmış giysiler geliyordu. benziyorduk sanki. yani o da benim gibi sayılırdı ucundan kıyısından. ilk romanımdı Fadiş. karton kapaklıydı üstelik, çok sevmiştim. ve şimdi hala kayıp, kopuk sayfalarına rağmen saklıyorum. ileride kısmet olur da anne olursam çocuklarımı da Gülten Dayıoğlu'nun kitaplarıyla büyüteceğim.
demem o ki afet bölgelerine yardım gönderirken içine kitaplar ve oyuncaklarda koyun. belki bir çocukluk anısında parmak izleriniz olur. sevap mıdır bilmem ama iyiliktir bu. güzeldir hem.
6 Şubat 2013 Çarşamba
benden babamı çıkartsan ayıp olur!
baban Muhammed Ali'yi seviyor. sende seviyorsun. baban Galatasaraylı. öyleyse en büyük Galatasaray! baban ''hadi kızım maça gidelim'' diyor.''oooley oley oley oley '' diyerek stadı boyluyorsun. baban balık tutmayı seviyor. sen sevmiyorsun ama baban seviyor diye beş saat göl kenarında kıpırdamadan oltayı izliyorsun. sen düşüyorsun. baban öpünce geçer romantiği değil, ''baticon sürelim, gel'' diyor. gözlerinden yaşlar süzüle süzüle açıyorsun dizini. baban ''öyle her şeye ağlanmaz'' diyor. içinden ağlamayı öğreniyorsun böylece.
benden babamı çıkartmayın. çünkü benden babam çıkarsa geriye yarım kalır. sonra sen istersen dünyaları ekle üstüme, yarımdır. matematikte bir noktada yanılır.
benden babamı çıkartmayın. çünkü benden babam çıkarsa geriye yarım kalır. sonra sen istersen dünyaları ekle üstüme, yarımdır. matematikte bir noktada yanılır.
5 Şubat 2013 Salı
itiraflı
bugün ben uyanmaya nazlanıyorum yine. bütün gece dönüp durmaktan düğüm olmuş saçlarım. uzaklarda bir çocuk var, adından ötesini bilmem ama ay oldu uyanmıyor yine. uyansa...
arada bir başı sonu kaçan masallar yazmışlığım var. kağıdı kalemi kenara atıp inanmışlığım da tabi. bazen şirin gözükmeye çalışıyormuşum gibi hissediyorum. çocukluğumda sevilmedim değil ama hep uzaktan. en sevilecek yaşlarım ''kucağımıza alırsak bir şey olur mu?'' diye geçti. şimdi de her tüylerini okşayanın ayağına dolanan kediler gibi elimde bi yün yumak şirinlikler yapıyorum sanırım. affediniz. küçükken annesinin cüzdanından para aşıran çocuklardan olmadım ama kumbaradan cımbızla para çekmişliğim var. her çocuk küçük çakallıklar yapar. bir de hala ve daima bıkmadan usanmadan gönderen kısmına bir şiirden iki dize yazıp yolladığım mektuplar var. sağolsun ptt genelde alıcı kısmı ile ilgileniyor. henüz yakalanmadım. daha da postaneye gitmeye üşenip göndermediğim, bir aydır bekleyen iki mektubum var. boş vaktiniz oluyorsa sevdiklerinize mektup yazın. posta kutusunda insanın kendine yazılmış bir mektupla karşılaşmasının mutluluğu çok az şeyde var.
4 Şubat 2013 Pazartesi
3 Şubat 2013 Pazar
bir şeyler
annesinin un kurabiyesine annesi un kurabiyesi yapmış. çayda var. çok pazar.
sobaya alışkın olduğundan kalorifer sıcağıyla ısınamayan ananem için alınan ufo o öldüğünden beri kullanılmıyor diye annem kutusuna koyup bodruma indireceğini söyledi. izin vermedim. balkona koydum. artık geceleri balkonda çay içerken bardağa sarılmayacağım. mutlu olmalıyım.
koridordaki fotoselli ışıklarda ananem içindi. çünkü gece bizim odaya gelmiş tuvalet diye. ben kütahyadaydım. ablam anlattı. fotosel böyle mi yazılıyor bilmiyorum.
ben galiba ananemi özledim. dedeme kızınca '' aa dursun elin ayağın düz dursun.'' derdi. dedemin adı dursun. isminden de anlaşılacağı gibi en küçük çocuk. abisiyle arasında 27 yaş varmış. çok ve ilginç.
sosyal medyada geyikli tayt geyiği dönüyor birkaç gündür. önce dalga geçer sonra giyersiniz. uzatmanın alemi yok. ama uzatıyorlar. bir de herkeste bir kezban muhabbeti. ve kezban olmadığını kanıtlamaya uğraşan kız silsilesi.
anlatılacak uzun bi hikaye gelmiyor aklıma. bende böyle bölük pörçük ( pörçük kelimesini ağızdan çıkarken dudakların aldığı şekli seviyorum. üçyüzotuzüçden daha seksi ) bir şeyler yazayım dedim. değişiklik iyidir.
ingilizce ile hiç anlaşamıyoruz. kovaladıkça kaçan ateş böceği gibiyim. şu işi bu yaşıma bırakmamı esefle kınıyorum ayrıca.
rüyamda bir kadınla tartışıyordum ve kadına Kuran'dan bir takım ayetler söyledim. şuan hatırlamıyorum. sanırım okuduğumda aklımda kalmış. bir de fon müziği vardı. mfö'nin ''buselik makamında '' parçası.
fizy de bozdu. kötü reklamlar alıyor. sağ üst köşeye bakmadan yeni sayfa açmaya çabalıyorum.
aşırı dozda birsen tezer dinlemekten hastalıklanacağım. ama ''di gel yanıma '' ne güzel bir parçadır öyle.
demet akalın'ın ''türkan'' diye bir parçası varmış. geçen gün dinlemedim diye acaplandım. bir de benim dinlediğim müzikler sıkıcıymış. onlar beni hala cadde üstünde banka çıkıp teoman'ın ''duş'' parçasını bağıra çağıra söylerken ki halimle hatırlıyor. o zaman şuursuzdum, şimdi sıkıcı. hala bir şeyim hamdolsun.
bana inatla çeyiz hazırlayan annem bugün ördüğü dantelli güpürlü şey için '' kare mi olsun yoksa şemen tabla gibi mi yapayım?'' dedi. ''şemen tabla gibi olsun'' dedim. gülümsedi. halbuki şemen tablanın ne olduğunu da, nasıl yazıldığını da bilmiyorum. birde bilmem kaç parça vitrin, gümüşlük seti örecekmiş.'' zahmet etme'' dedim. ''o evin salonunda kütüphane raflarından başka bir şey olmayacak.'' gönül ister ki ayrı çalışma odası olsun ama o kadar zengin olacağıma inanmıyorum.
hala şarkılardan fal tutuyorum ben. kezbanlıksa kezbanlık. '' zülüf dökülmüş yüze'' çıktı şansıma dün.
fotoğraflarda çok sert çıkıyormuşum, halbuki hiç öyle değilmişim yakından. peki yakından bakınca ön dişlerimin hafif üst üste bindiğini fark etmedin mi? güzel durmuyorlar diye gülmüyorum. ama dişlerimi de kişilikli buluyorum. kendi içimde çelişiğim.
okuduğum yazarların ses tonlarını merak ediyorum bazen. mesela Hüsnü Arkan'ın sesini bildiğim için kitaplarını okuduğumda onun sesini duyuyor gibi oluyorum. sanki başucumda bana okuyormuş gibi. güzel bir his.
hayatımın en unutulmaz anısı 3 yıl kadar önce Elazığ depremi için gittiğimiz köyde tuvalet bulamayınca bir amcaya tuvalet sorduğumuzda, amcanın bize bütün köyden incecik geçen ve belli noktalarında küçük kutu gibi şeylerin bulunduğu çamurlu su gibi şeyi göstererek ''vallah bizde buna yapıyoz. '' demesiydi. ha bunda ne var diyeceksin, o halde hemen yapıştırayım cevabı. o sırada ayaklarımız o çayımsı çamurlu suyumsu şeyin içindeydi. ben ömrümde öyle çaresiz baktığımı bilmem.
leyla ile mecnun dizisine gerçekten hala bayılıyorum. sadece şu ''babam ölmüş'' esprisi tüylerimi diken diken ediyor. ensemden soğuk bir ter boşalıyor.
bir de silahlar içinde en çok su tabancasını severim.
( pörçük derken ağzını inceleyeni gözlerinden öperim. )
son olarak http://fizy.com/#s/1agti6
sevgiler.
sobaya alışkın olduğundan kalorifer sıcağıyla ısınamayan ananem için alınan ufo o öldüğünden beri kullanılmıyor diye annem kutusuna koyup bodruma indireceğini söyledi. izin vermedim. balkona koydum. artık geceleri balkonda çay içerken bardağa sarılmayacağım. mutlu olmalıyım.
koridordaki fotoselli ışıklarda ananem içindi. çünkü gece bizim odaya gelmiş tuvalet diye. ben kütahyadaydım. ablam anlattı. fotosel böyle mi yazılıyor bilmiyorum.
ben galiba ananemi özledim. dedeme kızınca '' aa dursun elin ayağın düz dursun.'' derdi. dedemin adı dursun. isminden de anlaşılacağı gibi en küçük çocuk. abisiyle arasında 27 yaş varmış. çok ve ilginç.
sosyal medyada geyikli tayt geyiği dönüyor birkaç gündür. önce dalga geçer sonra giyersiniz. uzatmanın alemi yok. ama uzatıyorlar. bir de herkeste bir kezban muhabbeti. ve kezban olmadığını kanıtlamaya uğraşan kız silsilesi.
anlatılacak uzun bi hikaye gelmiyor aklıma. bende böyle bölük pörçük ( pörçük kelimesini ağızdan çıkarken dudakların aldığı şekli seviyorum. üçyüzotuzüçden daha seksi ) bir şeyler yazayım dedim. değişiklik iyidir.
ingilizce ile hiç anlaşamıyoruz. kovaladıkça kaçan ateş böceği gibiyim. şu işi bu yaşıma bırakmamı esefle kınıyorum ayrıca.
rüyamda bir kadınla tartışıyordum ve kadına Kuran'dan bir takım ayetler söyledim. şuan hatırlamıyorum. sanırım okuduğumda aklımda kalmış. bir de fon müziği vardı. mfö'nin ''buselik makamında '' parçası.
fizy de bozdu. kötü reklamlar alıyor. sağ üst köşeye bakmadan yeni sayfa açmaya çabalıyorum.
aşırı dozda birsen tezer dinlemekten hastalıklanacağım. ama ''di gel yanıma '' ne güzel bir parçadır öyle.
demet akalın'ın ''türkan'' diye bir parçası varmış. geçen gün dinlemedim diye acaplandım. bir de benim dinlediğim müzikler sıkıcıymış. onlar beni hala cadde üstünde banka çıkıp teoman'ın ''duş'' parçasını bağıra çağıra söylerken ki halimle hatırlıyor. o zaman şuursuzdum, şimdi sıkıcı. hala bir şeyim hamdolsun.
bana inatla çeyiz hazırlayan annem bugün ördüğü dantelli güpürlü şey için '' kare mi olsun yoksa şemen tabla gibi mi yapayım?'' dedi. ''şemen tabla gibi olsun'' dedim. gülümsedi. halbuki şemen tablanın ne olduğunu da, nasıl yazıldığını da bilmiyorum. birde bilmem kaç parça vitrin, gümüşlük seti örecekmiş.'' zahmet etme'' dedim. ''o evin salonunda kütüphane raflarından başka bir şey olmayacak.'' gönül ister ki ayrı çalışma odası olsun ama o kadar zengin olacağıma inanmıyorum.
hala şarkılardan fal tutuyorum ben. kezbanlıksa kezbanlık. '' zülüf dökülmüş yüze'' çıktı şansıma dün.
fotoğraflarda çok sert çıkıyormuşum, halbuki hiç öyle değilmişim yakından. peki yakından bakınca ön dişlerimin hafif üst üste bindiğini fark etmedin mi? güzel durmuyorlar diye gülmüyorum. ama dişlerimi de kişilikli buluyorum. kendi içimde çelişiğim.
okuduğum yazarların ses tonlarını merak ediyorum bazen. mesela Hüsnü Arkan'ın sesini bildiğim için kitaplarını okuduğumda onun sesini duyuyor gibi oluyorum. sanki başucumda bana okuyormuş gibi. güzel bir his.
hayatımın en unutulmaz anısı 3 yıl kadar önce Elazığ depremi için gittiğimiz köyde tuvalet bulamayınca bir amcaya tuvalet sorduğumuzda, amcanın bize bütün köyden incecik geçen ve belli noktalarında küçük kutu gibi şeylerin bulunduğu çamurlu su gibi şeyi göstererek ''vallah bizde buna yapıyoz. '' demesiydi. ha bunda ne var diyeceksin, o halde hemen yapıştırayım cevabı. o sırada ayaklarımız o çayımsı çamurlu suyumsu şeyin içindeydi. ben ömrümde öyle çaresiz baktığımı bilmem.
leyla ile mecnun dizisine gerçekten hala bayılıyorum. sadece şu ''babam ölmüş'' esprisi tüylerimi diken diken ediyor. ensemden soğuk bir ter boşalıyor.
bir de silahlar içinde en çok su tabancasını severim.
( pörçük derken ağzını inceleyeni gözlerinden öperim. )
son olarak http://fizy.com/#s/1agti6
sevgiler.
1 Şubat 2013 Cuma
kısacık
başımdan ayak uçlarıma kadar ıslandığım bir günde bir mağazadan taşan Feridun Düzağac'ın sesine kulak vermiştim. ''arınma bayramı olsun bugün'' demişti usul usul. belki inanmayacaksın ama benim hayatımdaki birçok şey ondan sonra değişti.
29 Ocak 2013 Salı
Bahadır Cüneyt Yalçın yazısı
çok güzel kendimi rezil edip batırdığım bir sohbet sonrası sıcağı sıcağına yazılmıştır. baştan biline.
kelime oyunlarını, kısacık hikayelerini, kuş lokumlarını, Aleksi Pavloviç'ini ve daha nice nice şeylerini çok sevdiğim bir yazar kendisi. kendimce ''tuzlu çekirdek eşliğinde kapı önü edebiyatı'' diye tanımladığım Afilli Filintalar'da yazıyor tüm bunları. bilmiyorsanız bilin, okuyun. pişman olmayacağınıza yemin içerim. neyse efendim benim takıntılı şekilde çok sevdiğim bir kaç yazar var. ''onlara ulaşsam ufuuuu neler neler konuşurum ki, böyle sabahlara kadar cırcır böceklerine öykünür gibi cızırdarım '' diyordum ki, olmadı. teoride o ''ufuuuu'' dediğin şeyden pratikte ağzının payını alıyorsun maalesef. tutulup kalıyorsun.'' lan yani şimdi ben bişey dedim de niye dedim ki acaba ?'' diye düşünüp duruyorsun. çok gariban bir duygu bu. ve hikmetinden sual sorulmayan Allah'ım o insanları öyle sabırlı yaratıyor ki keşke diyorsun kallavi bir kalay çekseydi de aklım başıma gelseydi. çekmiyor. yani efendim demem o ki böyle çok çok sevdiğiniz yazar, müzisyen, çizer, bozarlar ile aranızdaki perdeyi hiç yırtmaya girişmeyin. sonu çok hüsran. büyüyü bozmanın anlamı yok.
saygılar.
:)
kelime oyunlarını, kısacık hikayelerini, kuş lokumlarını, Aleksi Pavloviç'ini ve daha nice nice şeylerini çok sevdiğim bir yazar kendisi. kendimce ''tuzlu çekirdek eşliğinde kapı önü edebiyatı'' diye tanımladığım Afilli Filintalar'da yazıyor tüm bunları. bilmiyorsanız bilin, okuyun. pişman olmayacağınıza yemin içerim. neyse efendim benim takıntılı şekilde çok sevdiğim bir kaç yazar var. ''onlara ulaşsam ufuuuu neler neler konuşurum ki, böyle sabahlara kadar cırcır böceklerine öykünür gibi cızırdarım '' diyordum ki, olmadı. teoride o ''ufuuuu'' dediğin şeyden pratikte ağzının payını alıyorsun maalesef. tutulup kalıyorsun.'' lan yani şimdi ben bişey dedim de niye dedim ki acaba ?'' diye düşünüp duruyorsun. çok gariban bir duygu bu. ve hikmetinden sual sorulmayan Allah'ım o insanları öyle sabırlı yaratıyor ki keşke diyorsun kallavi bir kalay çekseydi de aklım başıma gelseydi. çekmiyor. yani efendim demem o ki böyle çok çok sevdiğiniz yazar, müzisyen, çizer, bozarlar ile aranızdaki perdeyi hiç yırtmaya girişmeyin. sonu çok hüsran. büyüyü bozmanın anlamı yok.
saygılar.
:)
28 Ocak 2013 Pazartesi
kimlik yazısı
ben birşeyler yazmaya koyulurken birilerinin bloğumda gezindiğini bilmek gerçekten tuhaf bir duygu. sanki ben düşünürken biri beynimin yımış yımış kıvrımlarında bir oraya bir buraya hoplayıp zıplıyormuş gibi. tarifi imkansız,tarifi en çok bu kadar.
bugün kimlik denilen muğlaklıktan bahsedeceğim. ben annesinin ''bi sussun'' istediği cırcır böceği, babasının soğuk nevalesi, dedesinin politika faresi, kardeşinin ''ya bi git'' diyemediği despotik ablası, ablasının kurtlu kuzusu, yakın arkadaşlarının oğlan çocuğundan bozma kadın konsantresi, uzak arkadaşlarının suratsız bücür diye arkasından söylendiği ( ki haklılardır. kızmışlığım yoktur hiç.), kimine göre ''çok farklı'', diğerine sorsan muzurluklara kabil olsa da huzur ve ben bu listeyi daha sayfalarca uzatabilirim maalesef.
sayısız kimliğimizle oradan oraya dolaşırken bulunduğumuz her kaba göre şekil alıyoruz. bazen bi kapıdan çıkarken düşünüyorum '' az önce o konuşan balta ben miydim? '' diye. kendi iç evrenimde başka biri var kimsenin bilmediği. hani yani '' bir ben vardır bende benden içerü '' hali. herşey olmaya hazırken her rolden sıyrılıp öylece duran bir ben. herşeye uzaklar denilen o yerden bakan, analiz tahlil yapan, durmadan dinlenmeden konuşup yoran bir ben. o yıkanan makyajın altındaki hala var olan, hala haylaz olan, hala umutlu olan küçük bir çocuk gibi büyümeye direnirken dirençsiz düşen ama taşı çatlatır inadıyla da bayrağı gönderden indirmelerine müsaade etmeyen bir ben.
en ''ben delikanlı gibi herkese aynıyım'' diyen bile role şekile bürünüp kendini kandırıyordur. ya da doğru söylüyordur elindeki 46lık raporuysa eğer. gel gelelim istisnalar ve kaideler...
istiyorum ki beş dakikacıkta olsa, tek bir kişi beni görmek istediği halimle değil bütün derilerimden soyunmuş halimle görsün. istiyorum ki bunun bi adı olsun. böyle de sarılıp sevebiliyorsa eğer aşk olsun!
bugün kimlik denilen muğlaklıktan bahsedeceğim. ben annesinin ''bi sussun'' istediği cırcır böceği, babasının soğuk nevalesi, dedesinin politika faresi, kardeşinin ''ya bi git'' diyemediği despotik ablası, ablasının kurtlu kuzusu, yakın arkadaşlarının oğlan çocuğundan bozma kadın konsantresi, uzak arkadaşlarının suratsız bücür diye arkasından söylendiği ( ki haklılardır. kızmışlığım yoktur hiç.), kimine göre ''çok farklı'', diğerine sorsan muzurluklara kabil olsa da huzur ve ben bu listeyi daha sayfalarca uzatabilirim maalesef.
sayısız kimliğimizle oradan oraya dolaşırken bulunduğumuz her kaba göre şekil alıyoruz. bazen bi kapıdan çıkarken düşünüyorum '' az önce o konuşan balta ben miydim? '' diye. kendi iç evrenimde başka biri var kimsenin bilmediği. hani yani '' bir ben vardır bende benden içerü '' hali. herşey olmaya hazırken her rolden sıyrılıp öylece duran bir ben. herşeye uzaklar denilen o yerden bakan, analiz tahlil yapan, durmadan dinlenmeden konuşup yoran bir ben. o yıkanan makyajın altındaki hala var olan, hala haylaz olan, hala umutlu olan küçük bir çocuk gibi büyümeye direnirken dirençsiz düşen ama taşı çatlatır inadıyla da bayrağı gönderden indirmelerine müsaade etmeyen bir ben.
en ''ben delikanlı gibi herkese aynıyım'' diyen bile role şekile bürünüp kendini kandırıyordur. ya da doğru söylüyordur elindeki 46lık raporuysa eğer. gel gelelim istisnalar ve kaideler...
istiyorum ki beş dakikacıkta olsa, tek bir kişi beni görmek istediği halimle değil bütün derilerimden soyunmuş halimle görsün. istiyorum ki bunun bi adı olsun. böyle de sarılıp sevebiliyorsa eğer aşk olsun!
25 Ocak 2013 Cuma
yağmurlu bir hikayenin içine gireceğim birazdan. yaratmadığım küçük dağların zirvesinde ''buralar böölee komple benim'' diyeceğim saatimle caka satarken. bi dağın zirvesinden bi gölün maviliğini izleyeceğim. filmlere, kitaplara, sohbetlere bulayacağım ruhumu.
gelince yazarım şöyle olmuş, böyle olmuş diye. fotoğraflı, şarkılı, türkülü hem.
12 Ocak 2013 Cumartesi
8 Ocak 2013 Salı
3 Ocak 2013 Perşembe
sinir harbi!
dün gece sosyal medya yine ayağa kalktı. sebep mi? sebep '' Fareler ve İnsanlar'' bir de ''Şeker Portakalı'' isimli 100 temel eser listesinde adı geçen bu kitapların müstehcen bulunması. kitaplardan bazı bölümler çıkarılmaya hazırlanıyormuş! inanabiliyor musunuz? müstehcen! yakında evlerimize gelip toplayıp yakarlar da bu kitapları. hatta kireçli kuyulara gömülmeliler(!) öyle değil mi? Kemal Sunal filmlerinin makaslanıp nerdeyse bir tek ensest ilişkilerin gösterilmediği kimin eli kimin cebinde dizilerin yayında kaldığı bir ülke de yaşıyoruz. adalet simgesinin gözündeki bağ artık çözülmeli! bu ülkede Samed Behrengi'nin masal kitapları toplatıldı vaktiyle. Küçük Kara Balık ile Bir Şeftali Bir Şeftali anarşi unsuru muamelesi gördü. ne bekliyordunuz ki diye bağırmak istiyorum!? ve size benden bir hediye!
2 Ocak 2013 Çarşamba
bundan da
“Sus önce bir dinle! Sen bu cılkı çıkmış filmleri, duygu yüklü ağa paşa dizilerini seyrede seyrede, bu boktan şarkıları dinleye dinleye, hatta beş yaşından itibaren annenin saç fırçasını araklayarak onları söylemeye çalışa çalışa, duygularının esiri ya da efendisi olmuşsun azizem. Artık seninle hiçbir yere kedilersiz gidilmez.”
Emrah Serbes/ Afilli Parçalar
Emrah Serbes/ Afilli Parçalar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)