5 Kasım 2011 Cumartesi

laf sekşpir' den açılmışken;

'' beni bırakıp nasıl gittin lan orospu?''
'' hep üstüme alınıyorum bende.''

ve evet Müjde Ar
soyadını en çok yakıştırdığım arsız.
arsızlıkları zararsız...

3 Kasım 2011 Perşembe

HAYAL ALEMİNDE YAŞIYORMUŞUM GÜYA! TANRI HAYAL ETMESEYDİ OLUR MUYDU BU DÜNYA ?

ezgisine;

'' çöpçülerin elleriyle okşardım seni.'' neyin kafasıyla yazılmıştır? 'Amonyak çiçeği' nin kanaatimce.
sevgi duvarına işemeyen saygılı ite sevgilerimle...


22.10.11

Tanrı'ya

Yaradan kelimesinin içinde yaraya da yer var mıydı?

Eylül 2011

3 Ağustos 2011 Çarşamba

kendimi övdüm, içimden sövdüm :)


ne strateji yapmayı becerebildim, ne başka yönden bakmayı. burnumu sert zeminlere sürte sürte törpüledim. kargayıda klavuz aldım yeri geldi, ankayıda. sonuç şu ki ben son yapılan akıllı espiriye daima gülmeyi bildim ve biliyorum ki değsin ya da değmesin, tüm savaşları buyüzden ben kazandım uzun vadede. yenilmez olamasamda ezilmez oldum. boyumu aşan dilimle çekilmez oldum.. :)




20 Temmuz 2011 Çarşamba

19 Temmuz 2011 Salı

KÜLLÜK KEDİSİ



bu zımbırtı yazmak delisi. elinden bir bu gelir yarım yamalak. kıymık kadar sevgiler yaşar yaşar ölür. geriye uğruna kurulmuş cümleler bırakarak... bu yüzden pişman değil yaşadığı hiçbir kıymık sancıdan. acımazsa iyileşmez hiçbir yara neticede. düz ama az biraz tünelli bir mantıkla ve biraz yarım akılla bu kadar yürür bu peynir gemisi. masallar yazar derme çatma ve biraz kırık, birazda dağınık. mutlu sonları sevmez, tabi mutsuzları da.. bu yüzden yarım bırakır masalları ve sonsuza ulaşır kendi çapında. çapını sorsan bilmez ama dünya kendi burnunun ucundan biraz büyük. şaşırmayı bıraktı artık bu büyük mavi topa.


kulağında nihavendden uzak bir ezgi, kımıl kımıl şarkılar çalar sadece ona... bed sesiyle inadına şarkılar söyler caddelerde ve tabii ki elinde su şişesinden bozma mikrofonu , belediyenin bankı sahne. kimse dinlemese de kafasındaki dinleyiciler tutar alkışı biraz çığlık çığlığa, biraz aheste... küllükte sönen son sigarada gözü. sigara içmez ama rommy' i görünce içesi gelir, marla ise intiharın ta kendisidir. bu zımbırtı sigarayı tutmayı bilmeyen bir küllük kedisi... çakma masallar efendisi...






13.07.2011

TERS YÖN



rüzgar gülleri gibi insanlar var. rüzgar nereden eserse tam tersine dönen. dev bir dalga, adı hüzün, soyadı yok. piç bir yalnızlık taşıyor omuzlarında. nereden geldiği belli olmayan, en oynak şarkıda hüngür hüngür ağlamak hissi. galiba hala yaşıyorum . hala ağlayasım var . düzelecek demek ki her şey. ee ne de olsa mavi gökyüzü hala tepemizde. hala geceleri yıldızlar göz kırpıyor olur olmaz. hala umut, hala yaşamak ve hala planlarımız var Tanrı' yı güldüren. böyle ağır aksak cümleleri bana kurduran şey, sanırım Tanrı. evet eminim o istiyor böyle cümleler kurmamı. rahatlamamı istiyor. seviyor beni kimselerin sevemediği kadar karşılıksız. herkesten fazla kızıyor bazen ama geçiyor. dayanamıyor dudak bükmelerime. bazen başımı okşayası geliyor ama elleri var mı? en çok özlediği hiç görmediği olur mu insanın? olurmuş ama. görmeden seviyorum ben, görmeye ihtiyaç duymadan. işte böylede ılımlı bir yanım var çok gerilere itip arada bir ortaya çıkarabildiğim. bana yeni rüzgarlar dileyin, ters yöne dönmem gerek. atladığım bir ilmek var, söküp tekrar örmem gerek... en baştan, çok baştan, yeni baştan sevmem gerek...




07.07.2011

UCUBE


bir çığlık yükseliyor arş-ı ala' ya burdan. bir çığlık daha peşi sıra. yeni, çok yeni bedenler doğuyor dünyaya. yaşamak yani birazda ölmek için. hayır hayır az yaşamak ve çokcana ölmek için. kısır döngülerden kurtulsun diye kısırlaştırılmış insanlıklar var. insanlığını ucu ucuna bile yaşayamıyor. çok yazık. oysaki... oysaki hiçbişey yoktu, yalandı kurmaya çalıştığım tüm cümleler. sırf birazcık daha dayan diye, yaşamaya değsin diye ölene kadar, yalan cümleler kurdum. evet ben adi bir yalancıyım benden daha adi olan dünyayla böyle baş edebilirim çünkü. çok düşer, az yürür yinede varırım olmam gereken yere.tek beklentim sıcak bi avuç. ellerim öyle uzun süre dokunulmadılar ki donmak üzereler. sıradan avuçlar istemiyorum ama. yüreğin sıcaklığıyla ısıtılmış olmalı. bi tek bu iyi gelir, bi tek bu. sonrası yine yalandan kelimeler, ucuz naralar, yakmaz ateşler ve beyaz sabun kokusu...




06.07.2011

EĞİP BÜKTÜKLERİM



tüm kelimeler yağmur topluyor şimdi... ha aktı, ha akacaklar üzerimize ve kaçılacak kıçıkırık bi tek delik bile kalmayacak. dinlediğimiz en güzel melodi aynı cümlede takılı kalacak '' cennetin olmadığını hayal et'' diyecek bilmek istemediğimiz bir dilde, ya da '' yol için bir fincan kahve daha'' ...


bu yağmurlar böyle sürüp gidecek. eskiden mis gibi dediğimiz toprağın kokusu değişecek. tahammülümüz kalmayacak yağmur kokulu sokaklara. yalnızlık eski bir yara neticede... sıkıldıkça kanayacak.


buğusu eksik camların ardında elinde bir kadeh sıcak şarapla sokakta yağmurdan kaçışan insanları izleyeceksin, yaran kanamaya devam edecek ve sen inatla gülümseyeceksin. kelimeler yüklendikleri yağmurlara teslim olacak. ilk akıntıda kaybolucak tüm bildiklerin ve sen sıfır olucaksın, koskoca bir sıfır... ettiğin küfürler bile aynı tadı vermeyecek bir daha. ağız dolusu sövmeyeceksin dünyanın işlerine. mini mini bir çocuk geçecek karşına, kocaman gözleriyle sana bakıcak. anlam yüklemeye çalışıcak yüzünün olağanüstü uyumuna. anlatamayacaksın ona yaratıcının seni böyle sevdiğini. çünkü kelimeler çoktan gitmiş olacak...






02.05.2011

UÇURTMA



benim hiç uçurtmam olmadı. yaldır yaldır rüzgara salamadım, salsamda okadar kuvvetli koşamazdım.


en sevdiğim oyuncak uçurtma ama sahip olamadım diye değil, kıskandığımdan. gökyüzüyle sarmaş dolaş olabilecek kadar cesurken, yeryüzüne bağlı kaldığı için ... gökyüzüne olan aşkı ipin ucundakine ihanet ettirmediği için. arada rüzgarın hezimetine uğrasada karşı koymayı bildiği için. yani çoğu kimsenin olmayı beceremediği kadar insansı yanları olduğu için.


bana göre uçurtma harika bişey. sihir gibi... çalışmayan kafamın en sevdiğim tarafı bu! mantıklı açıklamasını öğrenmek istemedim hiç. umurumda değil teoride hangi sebeplerle havada kaldığı. ben ipine olan sadakatine bakarım. gökyüzündeki asi duruşuna... rüzgara yenilmeyişine yada bazen hezimetine bakarım... banane çıtalarının açısal dengesinin verdiği zımbırtıdan. ben beni gülümsetebildiği yere bakarım.


uçurtma kadar denge kurabilmeyi isterdim şu kıçıkırık hayatta. ipimi tutanla gökyüzüm arasında bi denge kuramadım. ya hep uçtum en cesur aptallığımla ya da hep ipimin sahibine sağdık kalıp dizinin dibinde oturdum. hep çizinin kıyısını köşesini sevdim. çizgide yürümeyi beceremedim. aykırılığın verdiği kekremsi tadı sevdim belkide. çok başka olmalıydı benim hayat karşısındaki duruşum. herkesleşmemeliydim. bi müddet sonra fark ettim ki kimse birbirinin aynısı değilmiş. aynası hiç değilmiş. o anda bıraktım numaradan duruşumu, kendim gibi oldum ve evet gerçek fark buydu. ben kendimdim hiç bi baskı altında kalmadan.


tüm insanlar cama hohladığında aynıdır ama ortaya çıkan buharın üzerine parmağınızı bastırdığınız an farklılaşırsınız herkesten. bu sizin özel olduğunuzun en büyük kanıtıdır belkide. ama birçoğumuz bu farkındalığın farkına varmadan dünyanın altını üstüne tercih eder, bi dualık vakitte. ve kimbilir bu dikey hareketliliğe bir dualık vakit kalmıştır belkide. hayata güvenmiyorum çünkü beni çok ciddiye alıyor. alıp götürecek kadar hemde... buyüzden çekingenliklerimi bir tarafa attım hep. hep sahneye atladım, oyuna katıldım ve uğruna değecek kavgalara atıldım. aslında uğruna değecek bi kavga varmıdır ondanda emin değilim ama insan bişeyler uğruna yorulmalıdır ya bende öyle yaptım. hiçbi kazancım olmadı belki ama paslanmadım. ben kaybettiğim oyunları bile uzun vadede kazandım. buyüzden biliyorum ki hayat benden erken vazgeçmeyi göze alabilir. gelecek planlarımı siyah bi torbaya tıkıp başkalarına devredebilir. buyüzden kimse bana yarından bahsetmesin işte. yarının güvencesini vermesin kendi güvencesi yokken. ya da yüreği yoksa uçurtma kadar sevmesin.. bu kıçıkırık çok uzadı. dağılmadan bitsin!






HAZİRAN 2011

BENİM BAHSETTİĞİM BAŞKA YAŞAMAK



yaşamanın ölçütü hep nefes alıyor olmak mıdır? ne saçma! yemyeşil çimenlerde yalınayak yürümemiş insan yaşamış sayılmalımıdır? yani gerçekten yaşamış mıdır? hayatında hiç kuşlara yem atmamışsa, karıncalara hayretler içinde bakmamışsa yahut gökyüzünde asılı yıldızların göz kırpmasına kanmamışsa yaşamış sayılıyor mudur gerçekten. en büyük hayalim öldüğümde kendimden geriye tıka basa yaşanmış bir ömür bırakmak.


dost meclislerinde ölümden açılan kapılara hep sert bakmışımdır şu bi avuçluk ahir ömrümde. korktuğumdan falanda değil, ölümden niye korksun ki insan. varlık sahasını terk etmek aslolana yönelmek değil mi ölüm? hem zaten sevdiğim herkes zamanı gelince oraya toplanmayacak mı? yani demem o ki korkmak değil meselem! görmediğim yerler var, yatmadığım uykular.. daha ayaklarıma çarpmamış kara sular var. düşmediğim çakıllar, sormadığım sorular var. beni tüm içtenliğiyle çağıran yaşanmamışlıklar var. bunları bırakıpta ölüme yatmak biraz zamansın değil mi? ha oldu ki geldi.. ozaman başımın üstünde yeri var ama o gelene kadar ben daha çok nakış işleyeceğim ömür denilen kasnağın üzerine. elime iğneler batsa bile hemde... hem daha saklı kalmış cümle alemim var, cümle alemin bilmediği. yetersiz kelimelerimle ve yetersizliğimle kurduğum cümle alemime katılması gereken yeni cümleler var... kendimi anlatmaya yetmezse diye kelimeler Cemal Süreya gibi uyduruktan kelime hazinem var. şimdi biri bana söylesin yaşamadan ölmek varmıymış, öylece gitmek adama koymazmıymış?..






HAZİRAN 2011

ÖYLE BİR YAZI



hiç bile bile kimseyi acıtmadım. bundan eminim. birara kanattıklarım oldu ama kendi dizlerim. bazen insansı hoşgörüsüzlüğüme yeniliyor olsamda insanları severim. hata yapmak bize bahşedilen en büyük mükafatmış gibi geliyor bazen, ders çıkarma hakkına sahip oluyoruz ya bu sıradan birşey olmamalı diyorum. düşüyorum, düşüyorum, defalarca düşüyorum ama birde bakıyorum ki sarp yolları aşıyorum. bahsettiğim yollar kendi içimde. sonra bazen birini seviyorum. abartıyorumda severken. ama tutkuyla değil. çünkü tutkuya inanmıyorum. sevgiye zarar veren bir zehirli ot gibi birşey o. bensiz mutlu olamasın zehirleri salgılıyor ve ben tutkulu düşünmüyorum. varlığımın üzdüğü yerlerde kalamam. kimsenin gülümseyişine engel olamam. giderim... minik bi hoşçakalım kalır geriye, naif bir gülümseme... terk etmek hala kendi kararını verebiliyorsun demek. hiç bir baskı altında kalmadan. hatta göğüs kafesinin baskısına bile aldırmadan. bence gitmek marifet ister. kalmak, bir insanın hayatında ayak bağı olmak, şuursuz sancılar yaratmak işin kolay tarafı...hatta belki acımasız olucak ama sevgi değil bunun adı. hoşgörüsüz bir takıntı. yani demem o ki bazen attığınız en iyi adım geri adımdır. sanıldığı gibi korkakça değil, cesurca atılmıştır. hayatta yapılabilecek en aptalca şey bağlanmaktır. ölümlü bir dünyada yaşarken nasıl olur da birşeylere bağlı kalır insan anlamıyorum. yaşama bile sıkı sıkıya tutunma hakkımız yokken, insanlara ve eşyalara olan bu bağlılık niye? bağlılık yalnızca inanca olmalıdır bence. neye inandığın yada nasıl inandığın mevzu değil. inanmak olgusuna sahip olmak yeterli. ki ben sanmıyorum içinde inanç olmayan tek bir insanın varlığına. bu benim görüşüm, dert değil. ama inanç varlık sahasının en kıymetli hazinesidir. bazılarına gümüş sepetlerde sunulur, bazıları ise ulaşmak için dağlar, denizler aşar... yine daldan dala atladım yazarken. bu huyumu sevmiyorum. söylencek sözlerin hiç bitmediği bu dünyada sözümü şimdilik tamamlarken başta kendim olmak üzere ( kendime torpil geçiyorum evet.) herkese insanlıklar diliyorum.




25.05.2011

DIP



ben en çok mutsuzken gülerim. en çok mutsuzken boyarım suratımı. çiğ durduğunu bildiğim halde kötü zamanlar için sakladığım bi kırmızı rujum vardır mutlaka. tedariksiz çıkmam mutsuzlukla yola.. mutsuz zamanlar için zulamda bir kaç film vardır. değişmez demirbaşlarımdır onlar.







29.04.2011

MASAL OL SEN, GERİ GELSEN...



seni tanımıyorum, evet. ama yinede belki görürsün ihtimaliyle bizim cehennemin en ücra köşesinden mektup yazıyorum yalnızlığını alsın diye. sıkılmyor musun beş karış toprağın altında tek başına. canın yaramazlık yapmak istemiyor mu hiç? çok karanlık mı orası? korkmuyor musun? ben senden özür dilerim aslında. engelleyemedim toprağına saygısızlık yaparlarken, hemde daha toprağına kavuşmamışken sen. ve hala devam eden saygısızlıklara dur diyemezken.. affetme beni çocuk, engelleyemediğim şeyler yüzünden. senle öğrendim ben kötülüğün sınırının olmadığını ve isterlerse daha da çirkinleşebileceklerini. aynada senin yüzün vardı bukez. canım yandı. bilemezsin.. şimdi senin için herşey bitti mi yani? umursamıyormusun bu lunaparkta dönen dolapları? merak etmiyormusun sen giderken ağlayan suratları? gerçekliğimizi kaybetmişiz çocuk. görmemize vesile oldun insansızlığımızı. tanımak değil mesele, kimse böylesine vurmadı yüzüme giderken. kimse böylesine yakmadı canımı dur diyemezken..
bu sana ilk mektup. gülümse lütfen mektup arkadaşım.. * iyi uykular sana daimi uykunda.

dualarımın arasına şekerleme yerleştirsem.. özlemişsindir tadını
*
üstüne düşen çiğ taneleri gıdıklamıyor mu tenini?
onlar geliyorlar, tükür yalandan hüzünlerinin üstüne, ve hatta işe.. küfürle karşılık ver dualarına. çünkü sen öldün serbestsin birazda aslında.




22.04.2011

10.1.11







Evi(mi) özledim...


Erken uyanışlarımı,


Annemin yıldırıcı politikalarını,


Saat ilerledikçe sesi yükselen televizyon yüzünden yaptığımız kavgaları özledim.


Başka bir ses duymak için müzik dinlemeye ihtiyaç duymamayı özledim.


Zorunlu akşam çaylarımızı,


Biten çayın bardak şangırtısındaki o sinir bozucu melodiyi özledim...


Babamın kumandayla uyumasını özledim.


Ablamın bitmak bilmeyen maceralarını, hatta dedikodularını özledim.


Kardeşimin özgür zıpırlıklarını, susuşlarını özledim.


Balkonda titreye titreye sabahlamayı özledim...


Komşularla yapılan beş çaylarını ve akabindeki akşam yürüyüşlerini özledim.


Toz toprak içindeki mahalle maçlarını özledim.


Ve tabiiki gece oynanan saklambacı...


Büyüme fikrini yalanlayan herşeyi özledim!


En çokta memleketimin kömür kokusundan uzak, kemikleri donduran soğuklu havasını özledim.


Ben hayatımın en masum yıllarını özledim.


Boşluklarımı ve hiçbir zaman dolduramadıklarımı...

21 Haziran 2011 Salı

içimin yüzü

çirkin savaşlar gördüm. ölümü kullandılar gözümün önünde. bilmem kaç puntoyla yazılmış nefret kokan kelimeler gördüm. ağlayamadım bile, yalnızca öldüm. bir çocuk gördüm düşümde, yüzümün ayrıntılarını inceler gibi bakan. baktıkça kendime döndüm.  uykularımı parçaladılar, kabusa gebe rüyalar gördüm. sindim, sessizleştim. sonra siyah bir torbaya doldurdum tüm hüzün cümlelerini,  attım en güzel yerinden dünyanın. mutlu yalanlar yüklü kelimeler uydurdum. çarpıkta olsa gülümsesinler istedim. çok kızdım bazen kötüler silinsinler istedim.  düşümdeki ölü çocuğa heybetsiz cümleler yazdım, bazen altını çizdim, bazen üstünü...sırf kırılmasın diye çocuk onuru. o gidince bi tarafımı hep aynı yaşta bıraktım, herkese inat bi yerimde saf temiz çocuk kaldım... her özlemimde içimdeki ufaklığı kandırdım '' bakkala gitti, biradan gelir'' yalanıyla uykuya daldım.  özlediklerim hiç geri gelmedi, kimi gerçekte öldü kimi yürekte. ben şen kahkahalar attım çirkin savaşlarda yenilmemek için. ta içimde sakladım onları, kimseler görmedi. her gün yüzüme savaş boylarını sürüp güneşim uğruna cenk ettim, ama her gece silip yüzümü yatağıma tertemiz girdim...

yahu ne bu arinna?

bin kere duydum bu soruyu, bin kere cevapladım usanmadan. arinna güneşim demek. eski hitit güneş tanrıçası olur kendileri, adaletin simgesi... güneş tüm karanlıkta kalanları aydınlığa kavuşturdu diye adaletin simgesi olmuş. öyle naif, öyle güçlü, öyle kadınmış. öylesine bir tanrıçaymış... karanlık kuyulara güneşi doğurmak için belki, belki az biraz gülümsetmek için güneş girmemiş bedenleri, ya da sadece kendimi temizlemek için, aydınlatmak için içimi. ben arinna'yı seçtim. arinna için milyonlarca yıldızdan geçtim...