28 Şubat 2013 Perşembe
24 Şubat 2013 Pazar
gözünü yum. ağzını aç.
bazen öyle obur cümleler kuruyorum ki boğazımda esmer bi yumrukla uyuyorum. huzursuz. cenazeler, nikahlar, sünnetler için hazırlanan bantlı karanfillerden buketler yapıyorum. çirkinim. hani diyorum bunca araba süsü -tercihen toros (gelenekciyim, çiğim)- cümleyi yan yana dizene kadar "ben" deseydim, "karar verdim" deseydim. olmadı. zoru uzaktan sevip kolaya kaçtım. görmeden, duymadan, dokunmadan da olur bazen bazı şey-ler. oldu. olsundu.
23.02.2013
20 Şubat 2013 Çarşamba
Delisin.
''Kime sorsam dönüşüm yok
Nereye gitsem mavi
Yelkenimde deli rüzgâr
Her yanım tuz, deliyim''
buçuktan kırkbeş
gün öğle saatleriyle dudak dudağa. ben hala ayılamamış bir halde gözlerimi ovuştura ovuştura evin içinde geziniyorum. çıplak ayaklarım soğuk zemine değince irkildim bi an. '' aha bak yaşıyorum'' dedim. irkilmek yaşamak ya! bomboş yaşıyorum. suya bırakılmış çiçek yaşarlığı...
bir elim klavyede, öteki çay fincanıyla sarmaş dolaş bir aşk yaşıyor. gözlerim burada gibi ama değil de. kulaklarım hep aynı Ezgi'de, günü gününe. ben bir şey yaptım. yalanlı bir şey. kangren olmuş parçamı kestim. hiçliğimi benlikten kurtardım. kararsızlıktan yeğ olan karar...
eksiğiyle fazlasıyla kırkdörtbuçuktan kırkbeş bir hayatın içindeyim. bir noktanın nelere kadir olduğunu kompozisyon sınavlarından beri bilirim. iyisiyle kötüsüyle çok yazılıp az yaşanmış bir hikayeye nokta olmuş bir mürekkep damlacığının hikayesini belki bir gün uzun uzun anlatabilirim.
Hak mıyım yoksa hakka giren mi bilemedim ama '' Hak'tan gayrı değilim''
bir elim klavyede, öteki çay fincanıyla sarmaş dolaş bir aşk yaşıyor. gözlerim burada gibi ama değil de. kulaklarım hep aynı Ezgi'de, günü gününe. ben bir şey yaptım. yalanlı bir şey. kangren olmuş parçamı kestim. hiçliğimi benlikten kurtardım. kararsızlıktan yeğ olan karar...
eksiğiyle fazlasıyla kırkdörtbuçuktan kırkbeş bir hayatın içindeyim. bir noktanın nelere kadir olduğunu kompozisyon sınavlarından beri bilirim. iyisiyle kötüsüyle çok yazılıp az yaşanmış bir hikayeye nokta olmuş bir mürekkep damlacığının hikayesini belki bir gün uzun uzun anlatabilirim.
Hak mıyım yoksa hakka giren mi bilemedim ama '' Hak'tan gayrı değilim''
15 Şubat 2013 Cuma
çocukluğum uzak değil çok
aklımda ilk hayali arkadaşım Fadiş var bugün. benden önce kurulmuş bir hayalin parçası.
99 yılıydı. ağustos depreminden sonra hırsını alamayan toprak bir kez daha çatladı en orta yerinden. küçük şehrin verilmiş sadakası var mıydı bilmem ama yalçın, yılmaz bir dağı vardı.
öyle uzun uzadıya depremi anlatmayacağım. Bolu'da herkesin bir köyü vardır. bu yüzden köyü olmayan insanlar bana hep tuhaf gelmiştir. uzaylı muamelesinde üstüme yok. neyse efendim bizde her Bolulu gibi deprem gecesi köyün yolunu tuttuk. traktör römorklarında, arabalarda, ateşlerin başında uyuduk uyandık. yardım anlayışı şimdiki gibi değil. kamyonlarla eşyalar geliyor ve damperleri kaldırıp köylerin belli meydanlarına yığıyorlar. unicef'le tanışmamız kepekli bisküvileriyle oldu o yıl. bir gün yardımların içinden kitaplar çıktı. benim şansıma da Fadiş. saçma gelecek ama hayatımın en dolu dolu yaşanmış zamanlarının içinde yer alır o kasım ayı. radyodan başka teknoloji adına bir şeyimizin olmadığı kısa bir dönem geçirdik. en büyük eğlencemiz çekirdek çitleyip tonton dedelerin askerlik anılarını dinlemekti. ''yapacak bir şey yok bari kitap okuyayım'' diyerek elime aldığım Fadiş'i kısa zaman sonra o kadar benimsedim ki gece yattığım yerde o da uyusun diye yer açıyordum. gizli gizli konuşuyor, başına gelen acıklı olaylara gizli gizli ağlıyordum. ikinci el kıyafetler giyiyordu o fakirlikten, bize ise deprem yardımı kullanılmış giysiler geliyordu. benziyorduk sanki. yani o da benim gibi sayılırdı ucundan kıyısından. ilk romanımdı Fadiş. karton kapaklıydı üstelik, çok sevmiştim. ve şimdi hala kayıp, kopuk sayfalarına rağmen saklıyorum. ileride kısmet olur da anne olursam çocuklarımı da Gülten Dayıoğlu'nun kitaplarıyla büyüteceğim.
demem o ki afet bölgelerine yardım gönderirken içine kitaplar ve oyuncaklarda koyun. belki bir çocukluk anısında parmak izleriniz olur. sevap mıdır bilmem ama iyiliktir bu. güzeldir hem.
99 yılıydı. ağustos depreminden sonra hırsını alamayan toprak bir kez daha çatladı en orta yerinden. küçük şehrin verilmiş sadakası var mıydı bilmem ama yalçın, yılmaz bir dağı vardı.
öyle uzun uzadıya depremi anlatmayacağım. Bolu'da herkesin bir köyü vardır. bu yüzden köyü olmayan insanlar bana hep tuhaf gelmiştir. uzaylı muamelesinde üstüme yok. neyse efendim bizde her Bolulu gibi deprem gecesi köyün yolunu tuttuk. traktör römorklarında, arabalarda, ateşlerin başında uyuduk uyandık. yardım anlayışı şimdiki gibi değil. kamyonlarla eşyalar geliyor ve damperleri kaldırıp köylerin belli meydanlarına yığıyorlar. unicef'le tanışmamız kepekli bisküvileriyle oldu o yıl. bir gün yardımların içinden kitaplar çıktı. benim şansıma da Fadiş. saçma gelecek ama hayatımın en dolu dolu yaşanmış zamanlarının içinde yer alır o kasım ayı. radyodan başka teknoloji adına bir şeyimizin olmadığı kısa bir dönem geçirdik. en büyük eğlencemiz çekirdek çitleyip tonton dedelerin askerlik anılarını dinlemekti. ''yapacak bir şey yok bari kitap okuyayım'' diyerek elime aldığım Fadiş'i kısa zaman sonra o kadar benimsedim ki gece yattığım yerde o da uyusun diye yer açıyordum. gizli gizli konuşuyor, başına gelen acıklı olaylara gizli gizli ağlıyordum. ikinci el kıyafetler giyiyordu o fakirlikten, bize ise deprem yardımı kullanılmış giysiler geliyordu. benziyorduk sanki. yani o da benim gibi sayılırdı ucundan kıyısından. ilk romanımdı Fadiş. karton kapaklıydı üstelik, çok sevmiştim. ve şimdi hala kayıp, kopuk sayfalarına rağmen saklıyorum. ileride kısmet olur da anne olursam çocuklarımı da Gülten Dayıoğlu'nun kitaplarıyla büyüteceğim.
demem o ki afet bölgelerine yardım gönderirken içine kitaplar ve oyuncaklarda koyun. belki bir çocukluk anısında parmak izleriniz olur. sevap mıdır bilmem ama iyiliktir bu. güzeldir hem.
6 Şubat 2013 Çarşamba
benden babamı çıkartsan ayıp olur!
baban Muhammed Ali'yi seviyor. sende seviyorsun. baban Galatasaraylı. öyleyse en büyük Galatasaray! baban ''hadi kızım maça gidelim'' diyor.''oooley oley oley oley '' diyerek stadı boyluyorsun. baban balık tutmayı seviyor. sen sevmiyorsun ama baban seviyor diye beş saat göl kenarında kıpırdamadan oltayı izliyorsun. sen düşüyorsun. baban öpünce geçer romantiği değil, ''baticon sürelim, gel'' diyor. gözlerinden yaşlar süzüle süzüle açıyorsun dizini. baban ''öyle her şeye ağlanmaz'' diyor. içinden ağlamayı öğreniyorsun böylece.
benden babamı çıkartmayın. çünkü benden babam çıkarsa geriye yarım kalır. sonra sen istersen dünyaları ekle üstüme, yarımdır. matematikte bir noktada yanılır.
benden babamı çıkartmayın. çünkü benden babam çıkarsa geriye yarım kalır. sonra sen istersen dünyaları ekle üstüme, yarımdır. matematikte bir noktada yanılır.
5 Şubat 2013 Salı
itiraflı
bugün ben uyanmaya nazlanıyorum yine. bütün gece dönüp durmaktan düğüm olmuş saçlarım. uzaklarda bir çocuk var, adından ötesini bilmem ama ay oldu uyanmıyor yine. uyansa...
arada bir başı sonu kaçan masallar yazmışlığım var. kağıdı kalemi kenara atıp inanmışlığım da tabi. bazen şirin gözükmeye çalışıyormuşum gibi hissediyorum. çocukluğumda sevilmedim değil ama hep uzaktan. en sevilecek yaşlarım ''kucağımıza alırsak bir şey olur mu?'' diye geçti. şimdi de her tüylerini okşayanın ayağına dolanan kediler gibi elimde bi yün yumak şirinlikler yapıyorum sanırım. affediniz. küçükken annesinin cüzdanından para aşıran çocuklardan olmadım ama kumbaradan cımbızla para çekmişliğim var. her çocuk küçük çakallıklar yapar. bir de hala ve daima bıkmadan usanmadan gönderen kısmına bir şiirden iki dize yazıp yolladığım mektuplar var. sağolsun ptt genelde alıcı kısmı ile ilgileniyor. henüz yakalanmadım. daha da postaneye gitmeye üşenip göndermediğim, bir aydır bekleyen iki mektubum var. boş vaktiniz oluyorsa sevdiklerinize mektup yazın. posta kutusunda insanın kendine yazılmış bir mektupla karşılaşmasının mutluluğu çok az şeyde var.
4 Şubat 2013 Pazartesi
3 Şubat 2013 Pazar
bir şeyler
annesinin un kurabiyesine annesi un kurabiyesi yapmış. çayda var. çok pazar.
sobaya alışkın olduğundan kalorifer sıcağıyla ısınamayan ananem için alınan ufo o öldüğünden beri kullanılmıyor diye annem kutusuna koyup bodruma indireceğini söyledi. izin vermedim. balkona koydum. artık geceleri balkonda çay içerken bardağa sarılmayacağım. mutlu olmalıyım.
koridordaki fotoselli ışıklarda ananem içindi. çünkü gece bizim odaya gelmiş tuvalet diye. ben kütahyadaydım. ablam anlattı. fotosel böyle mi yazılıyor bilmiyorum.
ben galiba ananemi özledim. dedeme kızınca '' aa dursun elin ayağın düz dursun.'' derdi. dedemin adı dursun. isminden de anlaşılacağı gibi en küçük çocuk. abisiyle arasında 27 yaş varmış. çok ve ilginç.
sosyal medyada geyikli tayt geyiği dönüyor birkaç gündür. önce dalga geçer sonra giyersiniz. uzatmanın alemi yok. ama uzatıyorlar. bir de herkeste bir kezban muhabbeti. ve kezban olmadığını kanıtlamaya uğraşan kız silsilesi.
anlatılacak uzun bi hikaye gelmiyor aklıma. bende böyle bölük pörçük ( pörçük kelimesini ağızdan çıkarken dudakların aldığı şekli seviyorum. üçyüzotuzüçden daha seksi ) bir şeyler yazayım dedim. değişiklik iyidir.
ingilizce ile hiç anlaşamıyoruz. kovaladıkça kaçan ateş böceği gibiyim. şu işi bu yaşıma bırakmamı esefle kınıyorum ayrıca.
rüyamda bir kadınla tartışıyordum ve kadına Kuran'dan bir takım ayetler söyledim. şuan hatırlamıyorum. sanırım okuduğumda aklımda kalmış. bir de fon müziği vardı. mfö'nin ''buselik makamında '' parçası.
fizy de bozdu. kötü reklamlar alıyor. sağ üst köşeye bakmadan yeni sayfa açmaya çabalıyorum.
aşırı dozda birsen tezer dinlemekten hastalıklanacağım. ama ''di gel yanıma '' ne güzel bir parçadır öyle.
demet akalın'ın ''türkan'' diye bir parçası varmış. geçen gün dinlemedim diye acaplandım. bir de benim dinlediğim müzikler sıkıcıymış. onlar beni hala cadde üstünde banka çıkıp teoman'ın ''duş'' parçasını bağıra çağıra söylerken ki halimle hatırlıyor. o zaman şuursuzdum, şimdi sıkıcı. hala bir şeyim hamdolsun.
bana inatla çeyiz hazırlayan annem bugün ördüğü dantelli güpürlü şey için '' kare mi olsun yoksa şemen tabla gibi mi yapayım?'' dedi. ''şemen tabla gibi olsun'' dedim. gülümsedi. halbuki şemen tablanın ne olduğunu da, nasıl yazıldığını da bilmiyorum. birde bilmem kaç parça vitrin, gümüşlük seti örecekmiş.'' zahmet etme'' dedim. ''o evin salonunda kütüphane raflarından başka bir şey olmayacak.'' gönül ister ki ayrı çalışma odası olsun ama o kadar zengin olacağıma inanmıyorum.
hala şarkılardan fal tutuyorum ben. kezbanlıksa kezbanlık. '' zülüf dökülmüş yüze'' çıktı şansıma dün.
fotoğraflarda çok sert çıkıyormuşum, halbuki hiç öyle değilmişim yakından. peki yakından bakınca ön dişlerimin hafif üst üste bindiğini fark etmedin mi? güzel durmuyorlar diye gülmüyorum. ama dişlerimi de kişilikli buluyorum. kendi içimde çelişiğim.
okuduğum yazarların ses tonlarını merak ediyorum bazen. mesela Hüsnü Arkan'ın sesini bildiğim için kitaplarını okuduğumda onun sesini duyuyor gibi oluyorum. sanki başucumda bana okuyormuş gibi. güzel bir his.
hayatımın en unutulmaz anısı 3 yıl kadar önce Elazığ depremi için gittiğimiz köyde tuvalet bulamayınca bir amcaya tuvalet sorduğumuzda, amcanın bize bütün köyden incecik geçen ve belli noktalarında küçük kutu gibi şeylerin bulunduğu çamurlu su gibi şeyi göstererek ''vallah bizde buna yapıyoz. '' demesiydi. ha bunda ne var diyeceksin, o halde hemen yapıştırayım cevabı. o sırada ayaklarımız o çayımsı çamurlu suyumsu şeyin içindeydi. ben ömrümde öyle çaresiz baktığımı bilmem.
leyla ile mecnun dizisine gerçekten hala bayılıyorum. sadece şu ''babam ölmüş'' esprisi tüylerimi diken diken ediyor. ensemden soğuk bir ter boşalıyor.
bir de silahlar içinde en çok su tabancasını severim.
( pörçük derken ağzını inceleyeni gözlerinden öperim. )
son olarak http://fizy.com/#s/1agti6
sevgiler.
sobaya alışkın olduğundan kalorifer sıcağıyla ısınamayan ananem için alınan ufo o öldüğünden beri kullanılmıyor diye annem kutusuna koyup bodruma indireceğini söyledi. izin vermedim. balkona koydum. artık geceleri balkonda çay içerken bardağa sarılmayacağım. mutlu olmalıyım.
koridordaki fotoselli ışıklarda ananem içindi. çünkü gece bizim odaya gelmiş tuvalet diye. ben kütahyadaydım. ablam anlattı. fotosel böyle mi yazılıyor bilmiyorum.
ben galiba ananemi özledim. dedeme kızınca '' aa dursun elin ayağın düz dursun.'' derdi. dedemin adı dursun. isminden de anlaşılacağı gibi en küçük çocuk. abisiyle arasında 27 yaş varmış. çok ve ilginç.
sosyal medyada geyikli tayt geyiği dönüyor birkaç gündür. önce dalga geçer sonra giyersiniz. uzatmanın alemi yok. ama uzatıyorlar. bir de herkeste bir kezban muhabbeti. ve kezban olmadığını kanıtlamaya uğraşan kız silsilesi.
anlatılacak uzun bi hikaye gelmiyor aklıma. bende böyle bölük pörçük ( pörçük kelimesini ağızdan çıkarken dudakların aldığı şekli seviyorum. üçyüzotuzüçden daha seksi ) bir şeyler yazayım dedim. değişiklik iyidir.
ingilizce ile hiç anlaşamıyoruz. kovaladıkça kaçan ateş böceği gibiyim. şu işi bu yaşıma bırakmamı esefle kınıyorum ayrıca.
rüyamda bir kadınla tartışıyordum ve kadına Kuran'dan bir takım ayetler söyledim. şuan hatırlamıyorum. sanırım okuduğumda aklımda kalmış. bir de fon müziği vardı. mfö'nin ''buselik makamında '' parçası.
fizy de bozdu. kötü reklamlar alıyor. sağ üst köşeye bakmadan yeni sayfa açmaya çabalıyorum.
aşırı dozda birsen tezer dinlemekten hastalıklanacağım. ama ''di gel yanıma '' ne güzel bir parçadır öyle.
demet akalın'ın ''türkan'' diye bir parçası varmış. geçen gün dinlemedim diye acaplandım. bir de benim dinlediğim müzikler sıkıcıymış. onlar beni hala cadde üstünde banka çıkıp teoman'ın ''duş'' parçasını bağıra çağıra söylerken ki halimle hatırlıyor. o zaman şuursuzdum, şimdi sıkıcı. hala bir şeyim hamdolsun.
bana inatla çeyiz hazırlayan annem bugün ördüğü dantelli güpürlü şey için '' kare mi olsun yoksa şemen tabla gibi mi yapayım?'' dedi. ''şemen tabla gibi olsun'' dedim. gülümsedi. halbuki şemen tablanın ne olduğunu da, nasıl yazıldığını da bilmiyorum. birde bilmem kaç parça vitrin, gümüşlük seti örecekmiş.'' zahmet etme'' dedim. ''o evin salonunda kütüphane raflarından başka bir şey olmayacak.'' gönül ister ki ayrı çalışma odası olsun ama o kadar zengin olacağıma inanmıyorum.
hala şarkılardan fal tutuyorum ben. kezbanlıksa kezbanlık. '' zülüf dökülmüş yüze'' çıktı şansıma dün.
fotoğraflarda çok sert çıkıyormuşum, halbuki hiç öyle değilmişim yakından. peki yakından bakınca ön dişlerimin hafif üst üste bindiğini fark etmedin mi? güzel durmuyorlar diye gülmüyorum. ama dişlerimi de kişilikli buluyorum. kendi içimde çelişiğim.
okuduğum yazarların ses tonlarını merak ediyorum bazen. mesela Hüsnü Arkan'ın sesini bildiğim için kitaplarını okuduğumda onun sesini duyuyor gibi oluyorum. sanki başucumda bana okuyormuş gibi. güzel bir his.
hayatımın en unutulmaz anısı 3 yıl kadar önce Elazığ depremi için gittiğimiz köyde tuvalet bulamayınca bir amcaya tuvalet sorduğumuzda, amcanın bize bütün köyden incecik geçen ve belli noktalarında küçük kutu gibi şeylerin bulunduğu çamurlu su gibi şeyi göstererek ''vallah bizde buna yapıyoz. '' demesiydi. ha bunda ne var diyeceksin, o halde hemen yapıştırayım cevabı. o sırada ayaklarımız o çayımsı çamurlu suyumsu şeyin içindeydi. ben ömrümde öyle çaresiz baktığımı bilmem.
leyla ile mecnun dizisine gerçekten hala bayılıyorum. sadece şu ''babam ölmüş'' esprisi tüylerimi diken diken ediyor. ensemden soğuk bir ter boşalıyor.
bir de silahlar içinde en çok su tabancasını severim.
( pörçük derken ağzını inceleyeni gözlerinden öperim. )
son olarak http://fizy.com/#s/1agti6
sevgiler.
1 Şubat 2013 Cuma
kısacık
başımdan ayak uçlarıma kadar ıslandığım bir günde bir mağazadan taşan Feridun Düzağac'ın sesine kulak vermiştim. ''arınma bayramı olsun bugün'' demişti usul usul. belki inanmayacaksın ama benim hayatımdaki birçok şey ondan sonra değişti.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)