bugün çiçekli bir gömlek aldım sırtıma ucuzluktan. çay içip sohbet ettim, kahve içip sustum sonra. peçetelere mürekkep sildim içinde şiirler olan. yüzümün akında yüzün de kalmamış artık. bak, aynalar şahidim. korkularda sürünmüyorum artık yakalarıma. kuru bir çiçek iğneliyorum, sonra iğneler batıyor avuçlarıma. hokkam kana bulanıyor. acımıyor ama.
tırnaklarımı yemeye de başlamıştım bir ara, ama bıraktım şimdi. bak ellerim ne güzel! saçlarımı uzatıyorum yağız atlar gibi. bilmediğim bir çocuğun gülümseyişinde taranmak istiyor saçlarım. yoksa kafamdaki üç beş tel neye yarar? neye yarar benden gayrısına kilit vurduğum sırmalar?
galiba umutluyum.
ama!
bugün yine komşu ilinde - ki ıraktır bana yolu- insanlar öldü ecelsiz. içimde süt dolu bir cezve taştı, cız etti sonra. içim bir yerlerden olur olmaz aşağı aktı. sonra... sonra bir şiirden bir dörtlük peydah oldu geceye;
" siz çok mu hak ettiniz kendi şehrinizi?
karanlıkta yıldızlar kadar Irak.
ben şunu bilirim:
sivillerde birbirini vurdu susarak. "
bak işte ölmüşüz bile. o zaman sıva kollarını, üzerime toprak at.
28 Ekim 2013 Pazartesi
21 Ekim 2013 Pazartesi
11 Ekim 2013 Cuma
sevinmek yaşı
kafferengi atlar koşuyor rüyalarımda. gülme. küçükken kahve diyemezdim ben. dişlek çocukluğum bi harfi dişlemekten acizdi. camlara burnumuzu dayardık sulu kar yağdığında. beş taş oynardık sonra ve yerdik fırçayı ananemden " evin bereketi kaçar, taş sokmayın şu eve" derdi. haklıydı belki. baksana, şimdilerde taş evlerde bereketsiz hayatlar yaşıyoruz. suçu taşlara atıp kolaya kaçıyoruz. sus un kurabiyesi, sus!
bazen durup durup çocukluğumu özlüyorum. sobaya bırakılmış portakal kabuklarını düşlerken en çok. el örgüsü hırkaların içinde burnumuzu çeke çeke geçirdiğimiz kışlarımız, pişmesini bekleyemeden sobadan çaldığımız kestanelerimiz vardı. çarptığımız duvarları azarlayan gepegenç annemiz... binemediğimiz bisikletlerin ardından attığımız haşin bakışlarımız vardı. benim çocukluğumun neredeyse yarısı babamı işten gelmesini beklemekle geçti. sokağın başında babamı görünce koşmak isterdim şuursuzca ama koşamadım işte. sonra yürümeye, koşmaya ve düşmeye başladım. dizlerime yapışan yara izlerimin çoğu hep babama varmak için oldu. şimdi öyle memnunum ki o bir kaç parça yara izinden. bir de geceleri sobadan tavana yansıyan kızıl canavarlarım vardı. " Allah'ım beni taş gibi yatır, kuş gibi kaldır" dualarım. sonra bir kuşumuz oldu ve öğrendim ki kuşlarda uyurmuş. bizim dua düpedüz uydurukmuş.
şimdi ne zaman hüngür şakır bir hüzne gark olsam, bu dumanlı şehrin unutulmuş bi sokağına dalar çocuklara bakarım. hala aynı kalan şeyleri görünce " uzaklaşmamış çok " deyip sevinirim.
" sevinmek nedense hep yedi yaşında".
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)